Zihnim acıyordu.
Hissettiğim şey zihnimdeydi, duyguları işleyen kısmın lobunda. Duygu kelimesinin kökünü bilmiyordum ama "Duymak" fiilinden türemiş olabilirdi. Çünkü şuan duyduklarım hislerime tam olarak dokunmuştu. Belki de hislerimi, acılarımı duymuştu.
"İyi misin?" Gözlerim boşlukta takılı kalmıştı. Bir elin kulağımdaki telefonu aldığını hissettim.
"İyi misin?' Tekrarlanan soruyla kendime gelmiştim. Belki de, zihnim şuan yansıtılan görüntülerle ilgilendiği gibi tekrarlanan cümlelerle de ilgileniyordu.
"Gitmem lazım." Hareketlerim hızlansa da bilincim hantaldı.
"Bana ne olduğunu anlatır mısın?" Yeniden önüme sürülen adımlar, tanıştığımızdan bu yana önüme konulan Ege Ataman gibiydi: Yavaşlatan ve engelleyen.
"Anlamıyorsun! Anlamayacaksın da."
"O zaman anlayabileceğim bir şekilde anlat." Kollarıyla omzumu tutarken oluşan bu alanın, kaçmam için sınırlandırılmış bir alan olmadığını fark ettim. Aksine, benim kalmamı sağlayacak bir dokunuştu bu. Evet dokunuştu, kavramak değildi yaptığı. Hatta benim, Ege Ataman'ın güvenini kavramamı sağlayabilecek bir dokunuştu.
Güven. Güvenmek.
Bütün hayatım bu kelimenin üzerine çökerken geriye kalanlar ile ne kadar yoksul olduğumu fark ettim. Giden hislerden yoksundum.
"Neden her şey benim başıma gelmek zorunda? Neden bütün acıları ben hissetmek zorundayım? Neden herkesi ka.."
Bir anda fazla ileri gittiğimi düşünerek sustum. Zaten o da şaşkındı. Çıkışımdan dolayı değildi şaşkınlığı, söylediğim cümlelerdeki anlamı çözmek ister gibiydi."İşte bu yüzden anlamazsın." Tam yanından geçerken kolumdan tuttu.
"Bırak! Gitmem gerek! burada olmamam gerek, benim burada.."
İçimde tuttuğum çığlık dışıma çıkarken sözcükler de içime kaçmıştı. Omuzlarım sarsılırken kollarıyla beni kendisine çekti. Beni sarmalarken belli belirsiz cümleler mırıldanıyordum."Onu kaybedemem. Onu da kaybedemem. O benim tek arkadaşım." Sesim fısıltıya dönüşürken kollarım savunmasızca ona daha fazla sokuldu.
"O benim tek ailem." Elleri saçlarıma dokundu.
"Kaybetmeyi düşünürsen kaybedersin. Kaybetmeye izin verirsen kaybedersin." Beni kendinden uzaklaşırken elleriyle yüzümü kavradı.
"Hem hiçbir şeyi kaybetmiş değilsin. Onu görebilecek misin? Evet. Ona dokunabilecek misin? Evet. Söyle bana neyi kaybettin?"
Gözlerim yere sabitlenirken suratımı sarstı."Bana bak."
Gözlerim bunu reddederken parmaklarını genişletip yüzümü sıkıca tuttu."Bana bak."
Gözlerim onun gözlerini bulurken vurgularının ruh bulduğunu gördüm. Ama hala belirsizliğini koruyordu."Bana anlamadığım şeyi anlat İnci." Gözleri gözlerimin arasında gidip geliyordu.
"Bana ne kaybettiğini söyle.""Beni hastaneye götür." Bunu istediğimden emin olmak ister gibi baktı. Kararsız gibi gözükmesine rağmen bana doğru eğilen vücudunu toparlayıp etrafa baktı.
"Tamam. Taksiyle gidelim." Ormanlığın çıkışına giderken bu olayın nasıl gerçekleşmiş olabileceğine kafa yoruyordum. Burası İstanbul'du. Bir kızı sokakta öylece dövemezdin. En azından ben bunu böyle biliyordum. Türkiye şartları beni her zaman olduğu gibi yanıltmıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çığlığın Ecesi
General FictionEge'nin derinliğinden dolayı İnci'ye ulaşılamadı. Çünkü.,. Suskunluğa erişmiş kelimelerin nefesi, burada değil. Uçup gitmiş, soluk bir şeyler, kalmış geriye.