Defalarca dinlediğin bir müziğin, başka bir sahnede daha pes çalınışı gibiydi Ege Ataman.
Müzik, sanki içinden geçip daha sert kavrıyordu bedenini.Müziği duyduğun an, sahnede koreografiye ayak uyduran sen olurdun aslında. Belki de müziğin en sert yerinde hissedilenin aksine en yumuşak gösteriyi sen sergilerdin. Birileri, havadaki hayali masaya elini sertçe vururdu, birileri ise notalardaki pişmanlığı taşırdı, tok seslerin ruhun kemiğe vurması eşliğinde.
Ege ile birlikteyken ondan yayılan müziği duyabiliyordum.
Yoğun.
Fazla yoğundu.En özgür hissettiğin bir şarkıda
bedenini kontrol edememek gibiydi. Tam o sahnedeyken çıplak kalan bedenin değil de, sanki hislerin gibiydi.Şimdi de kulağıma ulaşan sesin gürültü olmadığını algılıyorum. Ama, ne demek istediğini tam olarak anlayamıyorum.
Neden La dizesindeyken Si notasına basıyordu, bilmiyorum.
Bildiğim tek şey: Duyduğum müziğe göre hareket edemiyordum. Ayağımı öne doğru mu atmalıydım? Belki kaçmalıydım? Belki de müziği yeniden sarıp ne demek istediğini defalarca dinlemeliydim, Ataman'ın dizelerinin izin verdiği sürece.
"Benim şirketime geldin." Gözlerini kapatmış kafasını arkaya yatırmış haliyle o anı yeniden canlandırıyor gibiydi.
"Benim şirketimde. Benim adımın yazılı olduğu odada. Üstelik, benim yüzüme karşı."
"Ne bu? Durum değerlendirmesi falan mı? İşe alındım mı, yoksa
"Biz sizi ararız mı?" Alaycı tavrıma kollarını masada toplayarak cevap vermeye hazırlanırken ek olarak bakışlarını da katmıştı bu hazırlığa."Ne yapmamı bekliyordun Ege? Gizemli bir şekilde ortadan kaybolurken seni nazikçe ziyaret etmemi falan mı? Oysa ben, telefonumu ormanın bir köşesine "Nazikçe." yere attığın zaman nazikliği de tam orada bıraktığımızı düşünüyordum." Kaşları, susmama komutlanmış gibi, cümlemin bitiminde o kadar hızlı çatıldı ki, gözlerimi birkaç saniye kaşlarından ayıramadım.
Siyah. Kirli sakalı gibi. Çok kalın değildi ama, kaşları yani.
Kaşları, hafif engebeli bir ovayı andırırken kalkan kaşları bir dağın yamacına benziyordu. Sinir, dağın eğimli yamacından yuvarlanıp yüzünün karasal alanlarına dağılırken çenesi bu gelgite karşı bir çukur oluşturuyordu."Sen, ne kadar çok konuşuyorsun öyle." Cümlelerimin arasına sıkışmış olan eğlenceli tavır, ona baskı uygulayıp yüzünün eteklerinde bir volkanın baş göstermesine sebebiyet vermiş olabilirdi ama alttan alarak onu, yaptığının üstünü kapatma sonucuna da eriştirmeyecektim.
"Ne yapmamı isterdin?" Gözlerim, ortada olan bir şeyi yeni fark etmiş gibi açıldı.
"Ama biz bunun daha önce provasını yapmıştık öyle değil mi? Şimdi sen bana omzunun üzerinden bakıp." Yanımdaki sandalyede oturduğunu varsaydığım herhangi birine omzumun üzerinden bakış attım.
"Sus." Kırgınlığım, bir bez parçasına sarınmış da şimdi boşaltma fırsatını bulmuşcasına dudaklarımdan dökülüyordu.
"Gidiyoruz." Hareketlerine yapışmış olan gerginlik, tahammüle yer bırakmazcasına onu ele geçirirken söylediği cümledeki çoğul eki de, beni belirsizliğe sürüklemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çığlığın Ecesi
General FictionEge'nin derinliğinden dolayı İnci'ye ulaşılamadı. Çünkü.,. Suskunluğa erişmiş kelimelerin nefesi, burada değil. Uçup gitmiş, soluk bir şeyler, kalmış geriye.