İstanbul'un caddelerinde yürürken yanı başında koca bir gökdelen yükseliyor olabilirdi,
bir grup çalgıcı sokağın köşesinde seni bekliyor olabilirdi. Bir ayyaş gecenin bir vaktinde, sokağın kenarında yalnızlığı anarken sokağın gerisinde bir gencin hayatı, iki paket için bitiyor olabilirdi."Biraz yavaş yürür müsün?" Ege'nin attığı bir adımın, benim iki adımıma denk gelmesiyle; caddede birlikte yürümemizin olasılığı, bir gökdelenin kafasının dumanlı olup gece vakti çalgı çalması kadar olabilirdi.
"Sen hızlan, İnci." Yine, neye sinirlenmişti? Bana? Uçan kuşa? Yanından geçtiğimiz restaurantta çalışan garsona? Belki de herkese, sadece görevini yaptığı için kızmıştı. Bu, onun için geçerli bir sebepti.
"Bacaklarım yoruldu, dur artık."
Ağzımdan bıkkınlıkla çıkardığım cümleler, Ege'nin biraz olsun yavaşlamasını sağlamıştı."Bizim güvenlik elemanları seni, yoksa bu sızlanmaların sayesinde mi, içeri aldı?" Yavaşlamanın yarattığı tembellik ile yürümeye başlayınca yanından geçtiğimiz kafedeki bir kız Ege'ye baktı.
Ağır adımlar atarken bile bu kadar dik yürüyebilmesine mi dikkat etmişti, yoksa, takım elbisesi içindeki dağılmış haliyle bile bu kadar çekici görünebilmesine mi?"Ben sızlanmam, Ataman." Kafedeki kıza ters bakış atıp sağa sapınca bu, "Göz gezdirdiğin yerlerle doğru orantılı olarak, seni incelerim." Temalı bakışı sorgulama fikrini, zihnimin bir köşesine kaldırdım.
"Sahi." Dedi sesi ciddileşirken.
"Bizim güvenlik seni nasıl içeri aldı?" Tatmin edici bir cevap alıncaya kadar cümleleri irdeliyor, istediği cevaba ulaşmak içinse adeta kelimeleri deşiyordu."Öpücük attım." Konuşmayı alaya alıp da, konuyu sonlandırma hevesli halim, onun cevap alma inadını köreltebilirmişçesine kendini ortaya atmıştı.
"Ne yaptın?" Sokağın ortasında birkaç saniye durup bana sakince dönmesiyle köreltmeye çalıştığım sinirinin keskinliği; sakin tavırlı bıçkıyla kamçılanmış, mimikleriyle bilenip ortaya serilmişti, durgunluğun kör edici bastonuyla.
"Göremedim, bir daha etsene." Anlayamadığı cümleyi havada yakalayıp onu tekrar duyabilirmişçesine elini kulağına doğru götürüyordu."Ne diyorsun? Neyi göremedin?" Bir anda değişen ruh hallerini bir kenara bırakıp ne demeye çalıştığını anlamak için sokağın diğer tarafına baktım.
"Soru İnci." Dedi konuyu tekrar hatırlatmak istercesine.
"Soruya cevap ver.""Öpücük, Ege." Söyleyeceğim şeyi duymanın, beni görmekten daha makul olacağına karar vermiş gibi, benim bulunduğum yere bakmıyor olsa da onu, dışarıdan gören biri, çenesindeki çukuru kolayca fark edebilirdi.
"Hani, genel-"
"Genel, değil." Yüzüme bakmaya karar vermiş gibiydi. Bakışlarına yerleştirdiği ifadeyle, geri adım atmamı ister gibiydi.
"Gerçekleştirdiğin eylem, beni ilgilendirir.""Kalıplaşmış old-"
"Kalıpları anlatmak yerine, bana. Bunu. Kime. Yönelik yaptığını açıklarsan eğer, diğer güvenlik elem.." Kafasını sertçe sağa doğru yatırdı ve yürümeye başladı. Ne olduğunu kavrayamayıp olduğum yerde kalırken birden bana doğru dönmesiyle anlamsızlık, bununla birlikte, bir adım daha bana yaklaştı.
"Bir daha, bana, böyle cümleler kurma." Şaşkınlıktan gözlerim kırpışırken o, adımlarını hızlandırmaya çoktan başlamıştı.
"Hızlan." Ayaklarım, itaat etmeye hazır bir köle gibi harekete geçiyorken ağzıma dizilen cümleler, savaş açmayı bekliyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çığlığın Ecesi
General FictionEge'nin derinliğinden dolayı İnci'ye ulaşılamadı. Çünkü.,. Suskunluğa erişmiş kelimelerin nefesi, burada değil. Uçup gitmiş, soluk bir şeyler, kalmış geriye.