1.2

951 147 62
                                    

jungkook

"bana şöyle bakmayı kes, taehyung."

yürümeyi kestiğimde botlarım siyah kumlara batarken kızgınlığımda artmıştı. yanımdaki taehyung kollarını gövdesine sarıp ilerideki uçsuz bucaksız karanlığa baktı. kabus mağaraları yüzünden kafamın içini görmüş, içimde yaşayan acı ve kedere tanık olmuştu. ve hâlâ... buradaydı. onu cehennemin en berbat kısımlarına götürürken güvende tutacağıma inanıyordu. ve ben bununla ne yapacağımı bilmiyordum. ama ne yapmak istediğimi biliyordum; gözlerindeki kabullenmeden, bana hissettirdiği şeylerden topuklarımı kıçıma vura vura kaçmak.

"nasıl bakıyorum?"

dünya üzerindeki en değerli varlıkmışım gibi.

taehyung daha önce kimsenin görmediği yanlarımı görmüştü. şimdiyse her şeyi düzeltmek için mutluluk sihrini üstümde kullanmak istiyordu. ümitsiz vakanın ne demek olduğunu bilmeyen o büyük, dipsiz mavi gözlerinin hüzünlü, umutlu bakışlarında bunu görebiliyordum. benim için sonsuz mutluluğun olduğu bir son yoktu. kurtuluş yoktu. yalnızca cehennem vardı. o da bunu ne kadar çabuk anlarsa o kadar iyiydi.

"anlamlandıramıyorum, sadece bana bakma."

çünkü her böyle baktığında içimdeki lanet kelebekler 470 yıllık ölüm melekliğimde acı ve işkenceden başka bir şey tatmamış vücuduma ihanet edip uçuşmaya başlıyor.

"başka nereye bakmamı istersin?" dedi dudaklarını büzerek. "diğer her şey çok..."

"çirkin mi? dehşet verici mi? tanrının planına aykırı mı?" kaşımı kaldırdım. "bunlar uymuyorsa başka sıfatlar da söyleyebilirim."

"hayır. bunlar gayet yerinde," dedi kollarını ovuştururken. "bu ses ne?"

iğrenç kokulu bir esinti uzak bir yerlerdeki inilti senfonisini bize taşıyordu. ne dediklerini anlamak mümkün değildi. bu, gri pişmanlık dalgalarına sonsuza dek tutsak olan binlerce ruhun hüzünlü şarkısıydı.

"ölüler denizi." suyun ne kadar yakın olduğunu görmek için karanlığa bir avuç siyah kum attım. bir saniye sonra dalgaların arasından yeni çığlıklar duyuldu. yakındık. normalde olmak isteyeceğimden daha yakındık ama başka seçeneğimiz yoktu. "şehre ulaşmak için denizi geçmeliyiz."

taehyung denize bakmak için öne çıkarken merakının bir kısmının yok olduğunu gördüm. bir esinti çıkıp saçlarını karıştırarak yanaklarına doğru savurunca her şeye rağmen... uzanıp sarı saçlarının saten tutamlarını kulağının arkasına sıkıştırmanın nasıl bir his olacağını merak etmeden edemedim.

işte bu. bu yüzden taehyung burada benimle olmamalıydı. ona dokunmak için bahaneler bulmayı falan hayal etmemeliydim. sadece şu çocuğun ruhunu bulmaya odaklanmam gerekiyordu.

ayrıca o balthazar'ın oğluydu, isa aşkına! bakışlarımı ondan ayırıp sahile doğru ilerledim ve cyril'in bulması için ona üç ruhla ödeme yaptığım küçük, iki kişilik kayığı aradım. ruhları ona ulaştırabilmek için şehirden geçerken tek parça halinde kalmalarına bayağı uğraşmıştım ama değmişti. bu işteki ilk zamanlarımda, cyril'le müttefik olmadan çok önce ölüler denizi'ni geçmenin tek yolu vardı. suya dalıp işkence çeken bedenlerle mücadele etmek. bu şekilde karşıya geçmek günler alırdı ve seyahat etmek için sevdiğim bir yöntem değildi.

ileride bir gümüş pırıltısı gördüğümde bir sonraki kart oyununu cyril'in kazanmasına izin vermeyi aklımın bir köşesine yazdım.

"bu tarafa!" diye seslendim taehyung'a, metal kayığı kıyıya doğru çekerken.

cehennem meleği, taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin