1.1

886 147 26
                                    

taehyung

"jungkook!"

jungkook'u yakalamak için havuza tekrar dalarken ıslanan ve ağırlaşan saçlarım suya çarpmıştı. vücudum o kadar titriyordu ki sanki kemiklerim birbirine çarpıyormuş gibiydi. ne yapmıştım ben? onu buraya getirmiş, benim için bununla yüzleşmesine neden olmuştum. onu bırakmak bir seçenek bile değildi. tişörtünü kavrayıp onu aşağıda tutan solgun, yumru yumru parmaklara karşı mücadele ettim. jungkook elimi yakalayıp serbest kalana dek kendisini çekti ve tekmelerini savurarak yüzeye çıktı. bulanıklaşan su genzine kaçarken nefes almak için uğraşıyordu.

sudan çıkabilsin diye ona yer vermek için kavurucu betonda geriledim. su giysilerimin vücuduna yapışmasına neden olmuştu. tenim buz gibiydi ve karıncalanmıştı. jungkook'un öksürüp tükürerek kuru yüzeye çıkmasını izlerken avuçlarımı göğsüme bastırarak dengesiz zonklamaları sakinleştirmeye çalıştım. jungkook avuçlarını yere bastırıp sıcak ve acı havayı ciğerlerine çekti. ıslak koyu kestane saçları gözlerini kapatacak kadar uzundu ama nasıl baktıklarını bilmek için gözlerini görmeme gerek yoktu. omuzlarının sarsılışı her şeyi anlatıyordu zaten.

"iyi misin?" emekleyerek ona doğru yaklaştım. acısı aramızdaki havada somut bir şey gibiydi. parmak uçlarımın zonklamasına neden olan neşeyse tüm acısını yok etmek, ona hak ettiği rahatlığı vermek istiyordu. o kendisini değersiz bulabilirdi ama ettiği itirafın altında yatan başka şeyler de vardı. eğer o kadar kalpsiz olsaydı bana yardım etmek için bu kadar işkenceye katlanmazdı. yavaşça elimi kaldırıp omzuna koydum. ona temas eder etmez tüketen karanlık görüşümü kapladı ve jungkook dokunuşum altında gerildi.

"yapma..." diye hırladı. "yapma."

geri çekilip kollarımı dizlerime sararak göğsüme çektim ve gözlerimi kırpıştırarak karanlığı göndermeye çalıştım. kalbim kaburgalarıma, oradan da bacaklarıma ahenksiz bir ritimle çarpıyordu. damarlarımda keskin ve ateşli bir şey dolaşıyordu. bu ölüm meleğiyle ne yapacağımı bilmiyordum. soluklanması ve kendisine gelmesi için ona zaman verdim. sonunda oturup kahverengi gözleriyle odayı taradı. bakışları arkamdaki bir şeye takılınca gördüğü kaybolsun diye göz kapaklarını sıkıca kapattı.

"ne var orada?" diye sordum.

"az sonra öğreneceksin." sarsak hareketlerle ayağa kalkarken beni de kolumdan tutarak kendisiyle birlikte kaldırdı. odadaki loş mavi ışık solmuştu ve ayaklarımızın altındaki zemin titreşiyordu. sonra da oda tamamen çöktü ve yerini yepyeni bir dünya aldı. duvarları ve yerleri çözülemez şekilde birbirine dolanmış sarmaşıklar sarmıştı.

ayaklarımın altında bir şey cıyaklayınca geri çekilip küçük beyaz bir farenin bana baktığını gördüm. fare çizmemi incelemeyi bitirince ekmek kırıntılarından oluşan bir yolu takip etmek için koşup gitti. omzunda koyu renkli, kalın bir örgüsü olan küçük bir kız cebindeki ekmek kırıntılarını atarken kafasını kaldırıp bana baktı. çok zayıftı. o kadar ki yanakları aşırı çıkık, gözleri kapkara ve çöküktü.

"ich bin hungrig, bruder*," diye fısıldadı. ellerindeki ekmek kırıntıları küle dönüşürken boğazından acı dolu bir hıçkırık yükseldi. açlığı, çaresizliği içime batan dikenler gibiydi.

*= acıktım ağabey.

"yuna..." jungkook kafasını boşaltmaya çalışırcasına iki yana salladı. "hayır. gerçek değil. o gerçek değil."

kız yaşlı gözlerle ona bakıp avucundaki külleri uzattı. jungkook onu görmemek için tökezleyerek geriledi.

sonra sahne değişmeye başladı. kız karanlığın içinde solup gitti ve zemin tekrar sarsılmaya başladı. yerden ağaçlar çıkıp etrafımızda bir orman oluştururken jungkook'un koluna tutundum. şaşkınlıktan ve korkudan başım dönmüştü. iskelete benzeyen dalların arasında şekiller oluşmaya başladı. yolda ilerleyen şekiller oluşmaya başladı. yolda ilerleyen şekillerin ellerindeki meşaleler önlerini aydınlatıyordu. bunlar insandı. etrafımızı sararak şarkı söyler gibi, kısık ve dehşet verici seslerle konuşmaya başladılar.

cehennem meleği, taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin