0.9

908 149 57
                                    

jungkook

yeraltı dünyasının sıcaklığı ayaklarımızın altında patladı. omzuma dayanan taehyung'un çığlık atan sesi boğuk çıkmıştı. bedenim çatırdayarak tekrar bir bütün olurken ve damarlarımdan kan akmaya başlarken aklımdan geçecek milyonlarca şey olabilirdi. ama taehyung'un saçlarının ne kadar güzel koktuğu bunlardan biri olmamalıydı. gözlerimi kapattım. etrafına yaydığı yabani çiçek kokusuna, belime sardığı kollarına, boynuma değen kirpiklerine dayanamıyordum. tanrım... biraz mesafeye ihtiyacım vardı.

"artık bırakabilirsin," dedim huysuz bir tavırla.

yavaşça benden ayrıldığında güzel yüzü kızarmıştı. ellerini dar deri pantolonuna sürtmesini izlerken bir yanım o lanet olası cüppesinin üstünde kalmasına izin vermiş olmayı diliyordu. bu görünüşü ikimizin de başını derde sokacaktı. taehyung tökezleyince onu tutmak için uzandım. elleri kolumu kavradığı anda neler olduğunu sonunda anladı ve nefesi kesildi.

"sen... sen bana dokunuyorsun," diye fısıldadı.

sırıttım. "büyüleyici, değil mi?"

yanakları kızarırken geri çekildi. artık kendi ayakları üstünde daha rahat duruyor gibiydi. "daha önce kimse dokunmamıştı bana. daha önce hiç... hissetmemiştim."

histerik bir kahkaha atarken tekrar tökezledi. o kadar özgür ve mutlu görünüyordu ki nefesimi kesmişti. elini kaldırıp dudaklarına, yanaklarına, saçlarına dokundu. onu izlerken onun elleri yerine benimkilerin olduğu bir görüntü gözümün önünde canlandı. kafamı çevirdim. o konulara girmeyecektim. asla.

o balthazar'ın oğlu, unuttun mu gerizekalı? balthazar'ın melek olan oğlu!

günaha bulanmış ellerimin bir dokunuşu onu mahvederdi. elimdeki ruhu daha sıkı tutup sertçe yutkundum. ben changbin gibi değildim. bu gibi şeyler umurumda olmazdı. taehyung umurumda değildi. benim bir planım vardı. taehyung'u cehenneme götürüp o çocukla olan bağını rehber olarak kullanmayı ve bu süreçte onun da korkup merakını yenmesini içeren bir plan. çocuğun ruhunu kurtarıp, onu burada çürümeye bırakmaktan ötürü içimizde kalan vicdan azabından kurtulduğumuzda ben de özgür olacaktım. tek yapmam gereken o zamana dek kendime hâkim olup bu yerin kafamla oynamasına izin vermemekti.

"ah tanrım..."

arkamı döndüm. taehyung elini kalbinin üstüne koymuş, hızla nefes alıp veriyordu. "ne oldu?"

"bilmiyorum..." ciğer dolusu nefes aldıktan sonra kendisini tekrar göğsüme bıraktı. onu tutup dikleştirdim ve bir kaşımı kaldırdım. "göğsüm... dar ve kıpır kıpır. ne oluyor?"

"ona kalp denir, taehyung." bunun gibi küçük geziler için burada bıraktığım sırt çantasını bulma amacıyla etrafa bakındım. "alış buna. kalp insanın başına her türlü belayı açar."

benim küçük pislik de hala göğsümde olduğunu hatırlatmak ister gibi o anda daha sert atmaya başladı. taehyung dalgınca elini göğsüne sürterken ben de içimdeki aynı şeyi yapma dürtüsüne engel olmaya çalıştım. uzanıp kalbinin ritmini hissetmek, benimkiyle uyumlu mu diye görmek istemiştim.

"sen de böyle hissediyor musun?" diye sordu merak ve huşuyla göğsüme bakarken.

"şüpheliyim." onu bırakıp büyük bir kayanın arkasındaki külle kaplı çantayı aldım. külleri silkerken dayanıklı kumaşın üstündeki kan lekelerini görünce kaşlarımı çattım.

kahrolası kan kelebekleri. çantayı açtığımda iki matara, yedek bir bıçak ve yedek giysiyle karşılaştım. oyun kartlarını görünce sırıttım.

cehennem meleği, taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin