0.8

946 154 17
                                    

taehyung

jungkook'un peşinden köhne eve girdim. mobilyaların üstlerine bez bebekler gibi atılmış boş gözlü insanlar vardı. bazıları hıçkırarak ağlarken bazıları isterik bir şekilde kıkırdıyor, etrafa öfke, korku ve ümitsizlik yayıyordu. tüm yaşantım boyunca hiç bu kadar çaresizlik dolu, ruhsuz bir yer görmemiştim. kollarımı gövdeme dolayıp jungkook'un yerde tortop olmuş bir adama doğru ilerleyişini izledim. adamın üstünden adım attığımda midem altüst oldu sanki. yaydığı yoğun hüzün kaldıramayacağım kadar fazlaydı.

durup elimi nazikçe omzuna koyarak onu rahatlatmaya çalıştığımda dokunuşumun altında irkilmedi bile. bilediğime doğru kötü bir his yayılınca parmaklarımı hızla geri çektim.

"vaktini harcıyorsun," dedi jungkook omzunun üstünden. "onlara yardım edemezsin. hepsi çoktan yok olmuş. kendilerini yok etme ihtiyaçlarına mani olabilecek her şeye karşı tamamen hissizler. dokunuşunu onu hatırlayacak birilerine sakla."

"burada ne yapıyoruz?" diye sordum. "direkt olarak cehenneme gidemez miyiz?"

jungkook durup döndü ve şüpheli gözlerle bana baktı. "bu acele ne için?"

"bir şey için değil." yalanım dilimde berbat bir tat bıraktı ve boğazım yalanın gücüyle yandı. onu yoongi'yi bulmama yardım etmesi için ikna etmeliydim. başka alternatifim yoktu. beni anlamasını sağlayamazsam o zaman bu iş tamamen çıkmaz demekti.

jungkook yine içimi sımsıcak yapan ama aynı anda ürpermeme neden olan bir şekilde baktı. "bana yalan söyleme, taehyung. yalan söyleme konusunda iyi değilsin."

yutkunup cüppemi parmaklarımın arasında döndürmeye başladım. "ben... ben... yoongi aşağıda ya..."

homurdanarak yanındaki duvara bir yumruk geçirdi. sıva yumruğun altında parçalanınca yüzümü buruşturdum. "kahretsin! tahmin etmeliydim!"

parmağını bana doğrulttu. ileri doğru atıldığında birkaç adım geriledim.

"sen..." durup elini yumruk yaparak aşağı indirdi. "benimle oynadın, melek. sadece benimle değil, sevgili babacığınla da oynadın. bu hiç hoşuna gitmeyecek."

içim panikle dolarken öne doğru atılıp ceketini kavradım. "hayır! ona söyleme. bana yardım etmelisin. lütfen!"

jungkook kafasını yana eğip bana bakarken hakkımda ne düşüneceğini bilemiyormuş gibi kaşlarını çatmıştı. "neden?"

"ona söz verdim," diye fısıldadım. "sen de söz verdin. duydum."

çenesindeki bir kaç seğirirken kafasını başka tarafa çevirdi. "onu bulsak bile eskisi gibi olamayacağının farkındasın, değil mi?"

"umurumda değil," dedim. "bunu ona borçluyuz. ve benim yardımıma ihtiyacın var."

gülerek kaşını kaldırdı. "hadi ya? onu nereden çıkardın?"

"onunla aramda bir bağ var," dedim, onu gördüğümde hissettiğim yoğun acı dalgasını düşünerek. benden bir dünya ötede yaşayan acı aynı şiddetle bana ulaşmıştı. "bir ilişki. onu bulmana yardım edebilirim."

jungkook çekilip ellerimden kurtuldu. "hayır."

"eğer sen götürmezsen... kendim giderim," dedim.

beni izlerken yan tarafındaki orağa hafifçe vuruyordu. "blöf yapıyorsun."

"ben gideceğim. sen olsan da olmasan da." çenemi kaldırdım. "ama kendi başıma gittiğimi öğrenirse babamın ne tepki vereceğini ikimizde biliyoruz."

"benden ne istediğine dair hiçbir fikrin yok, taehyung. sen çok masum, çok safsın. onları senden uzak tutamam. ölüm meleklerinin etrafında dolaşan bir gölge iblislerin korkutucu olduğunu mu düşünüyorsun? cehennemdeki, acını çalmak isteyecek en kötü iblislerden oluşan orduyu görene kadar bekle."

cehennem meleği, taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin