0.6

984 156 32
                                    

taehyung

yüz üstü yatıp burnumu babamın ofisinin zeminine dayayarak altımdaki yıldızlara baktım. kendimi kaybolmuş gibi hissettiğimde en güvende düşündüğüm yer burası olurdu. her gün binlerce ölüm kararlaştıran adamın odasının zemininin altında dans eden takımyıldızlarını izlemek hoşuma giderdi. belki de gerçekten bende bir sorun vardı. burada bu kadar rahat olmam normal olamazdı.

parmaklarımı camda gezdirerek küçük, parlak ve meraklı ateş böceklerine benzeyen yıldızları seyrettim. kapkara gökyüzünde parmak uçlarımı takip ederek kuyruklu yıldız gibi kayıyorlardı. kendimi titreyen yıldızların arasında jungkook'un yüzünü görmekten alıkoyamıyordum. acı dolu, hüzünlü, öfkeli... ona yardım edebilirdim. bunu istiyordum. felix her zaman yardım edeceğimiz kişileri bizim seçtiğimizi söylerdi. ama jungkook'u bir seçim olarak düşünemiyordum. acısının, hüznünün tadını almıştım ve... hepsini silebileceğimi biliyordum. bu daha çok kader gibi geliyordu.

babamın ofisinin kapısı hızla açıldı. odada ilerleyen ve yanımda duran ağır adımlarını duydum ama kafamı kaldırmadım. kaldırırsam o ürkütücü akıl okumasını yapacaktı. düşüncelerimi net olarak duyamazdı tabii ama yine de bilirdi. bana tek bir bakışıyla tüm sırlarımı anlayabilirdi.

"taehyung?" ses tonuna bakılırsa baya eğlenmiş gibiydi. "babanı karşılayacak mısın? yoksa sadece zemin için mi buradasın?"

"dürüstçe mi cevap vereyim?" sanki benim gibi biri için dürüstlükten başka bir seçenek varmış gibi soruyordum bir de.

"her zaman."

"çoğunlukla zemin için," diye itiraf ettim.

"sandalyeye oturabilirsin," dedi, hâlâ tepemde beklerken. "sorun etmem."

"buradan yıldızları izlemeyi daha çok seviyorum. huzur verici." mavi-gümüş renkli bir yıldız cama, burnumun olduğu yere yapıştı. gülümsediğimde yıldız yanıp söndü ve geceyi aydınlatmak için kayarak gitti.

"canını sıkan ne taehyung?" diye sordu babam. "dışarıdaki dünyada neden huzurlu değilsin?"

dışarıdaki. sanki dışarısı olasılıklarla dolu bir yermiş gibi konuşuyordu ama benim için bir kutudan başka bir şey değildi. beni gerçeklikten uzaklaştıran, önemli olan şeylerin sadece yarısını gösteren bir kutu. yoongi'nin ölümüne hazırlıksız yakalanmam da bunun bir kanıtıydı. işim hüznü ve acıyı yok etmekti ama bunlara neyin sebep olduğunu bilmiyordum bile.

babam bilmemem için her şeyi yapıyordu. felix'i ortağım, arkadaşım olarak seçmesinin nedeni de buydu. ben en kırgın mahluklara doğru çekilirken felix her zaman beni geri çekmenin, güvenli bir yere götürmenin bir yolunu bulurdu. bu yüzden yoongi'yi seçmeme, ona yardım etmekte huzur bulmama bozulmuştu. yoongi ona vereceğim neşeye gerçekten ihtiyacı vardı. bel bağlamıştı. o yüzden güvenli değildi.

dirseklerime dayanarak doğruldum. hislerimi kelimelere dökemiyordum. ya da dökmek istemiyordum. babamın buz gibi bakışlarıyla beni izlediğini hissedebiliyordum. bir cevap istiyordu ve benim vereceğim cevaptan hoşlanmayacaktı.

"bilmiyorum," dedim sonunda. doğruyu söylüyordum. ne sorunum olduğunu, diğer melekler bütün hissederken neden kendimi boş hissettiğimi, neden istememem gereken şeyleri istediğimi, felix kaybettiğimiz iki insanın isimlerini bile unuturken neden ölümleri karşısında bir kenarda iki büklüm olmak istediğimi bilmiyordum. ama bunlar babamın asla anlamayacağı şeylerdi. yüce güç'ün melekleri sürgüne gönderme sebepleriydi.

kollarımı kavuşturup çenemi üstüne koydum. babam yere, yanıma çöktüğünde yıldızların üstü sislendi. başka hiç kimseyle böyle yere oturup konuşacağını sanmıyordum. bunu benim için yapıyordu. endişesinin ve ilgisinin dalgalar halinde etrafa yayıldığını hissedebiliyordum ve onu endişelendirdiğim için kendimi suçlu hissediyordum. adam ölülerin lideriydi, tanrı aşkına. zaten yeterince şeyle uğraşıyordu.

cehennem meleği, taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin