2.5

771 135 17
                                    

jungkook

sonsuz acı hakkında söylenecek bir şey vardı. zihne bir şeyler yapılıyordu. onu çarpıtıyor, sinir uçlarını yakıyor ve güzel olan her şeyin anısını siliyordu. bu andan önce hiçbir şey yaşamadığınıza inandırıyordu sizi. bu işkenceden. bu kabustan... ucundan zehir akan bir çift pençe yavaşça ensemden aşağı kayarken acı verme işine, mükemmel olmak için zaman ve sabır gerektiren bir şeymiş gibi yaklaşıyordu.

dişlerimi sıktım ve kendimi tutmak için o kadar uğraşama rağmen boğazımdan bir inilti yükseldi. onları tatmin etmemek için sesi yutmaya çalışsam da çok geçti. dudaklarımdan dökülüp havadaki tehlikeyi alevlendirmişti bile. zebani memnuniyetle kıkırdadı ve sırtımda kaydırdığı pençelerini daha da derine batırıp etimi delerek omurgama ulaştı. yüce isa, nasıl oluyordu da bayılmıyordum? bayılmak istiyordum. o kadar çok istiyordum ki bayılmak için ne gerekiyorsa yapardım.

zincirlerimi çekiştirip bir küfür savurdum. dudaklarımdan dökülen sözcüklerin hakimi değildim. zaten bu noktada sözcük olduklarını söyleyebilir miydik? muhtemelen hayır. gözlerimi kırpıştırıp açık tutmaya uğraştım ve cyril'in sağa sola yalpalayarak odaya girişini izledim.

"yeter!" diye hırladı. "sssüren doldu. biraz da adam için sssaklamalıyız."

adam mı? cyril'in kimden bahsettiğini bilmiyordum ama söyleyiş şekline bakılırsa bilmek de istemezdim. son beş yüz yılda buraya bir sürü ruh getirmiş, sayamayacağım kadar çok zebaninin de canını sıkmıştım. kapının dışında, meşhur jungkook'a el sürebilmek için bekleyen bir sıra vardı muhtemelen. zebani pençelerini omurgamdan çektiğinde baskı, tişörtümün arkasını ıslatan sıcak bir sıvıya dönerken yüzümü buruşturdum. kan. güzel. belki de bugün için işim bitecek kadar kan kaybederdim. ve belki de bu sayede taehyung'u düşünerek, changbin'in onu buradan çıkarıp çıkarmadığını merak ederek kendime işkence etmeyi de keserdim. taehyung'un güvende olup olmadığı hakkında hiçbir fikrimin olmamasının verdiği acı, zebanilerin yaptığı her şeyden daha berbattı. çok daha berbat.

cyril çamurumsu bir şeyle kaplı yüzünde iğrenmiş gibi bir ifadeyle beni baştan aşağı süzdü. "bir tanesini daha kaldırabilir missssin?"

güldüm. kahkaham kendi kulaklarıma bile acı ve boş gelmişti. "hayır desem bir şey değişecek mi?"

cyril kaşlarını çattı, yalpalayarak yürüyüp yanıma geldi ve çenemi tutup sağa sola çevirdi. muhtemelen son zebaninin omurgama hasar verip vermediğini kontrol ediyordu. ne mutlu bana ki kafam kopup yerlere yuvarlanmamıştı.

"esssspri yapabiliyorssssan iyissssin demektir," dedi.

"üstümden bir servet kazanıyordun, değil mi eski dostum?" dedim. "biliyor musun, neredeyse farklı olduğuna inandırmıştın beni."

cyril çıkışa endişeli bir bakış attıktan sonra odadan çıktı ve kapıyı arkasından kapattı. kafamı kaldırıp en iyi arkadaşımın, yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle soluk ışığa adım atmasını izledim.

"soobin," dedim çatlak bir sesle.

önümde diz çöküp kafasını iki yana salladı. "ne yaptın sen jungkook? beni bu konuda kaç kez uyarmıştın? yeonjun için her şeyi riske attım diye bana kaç kez nutuk çekmiştin? şimdi sen... bir melek için buradasın."

yutkundum  ama ağzım kupkuru, dudaklarım çatlaktı. "gerçek değilsin."

kafasını iki yana eğdi ve beni gerçek olduğuna, burada olduğuna inandıracak kadar parlak yeşil gözleriyle bana baktı.

"olmamı istediğin kadar gerçeğim," dedi kısaca.

gerçek olmasını istiyordum. çok uzun zamandır soobin ile böyle konuşmamıştım. onu görmüştüm ama beni hissetse de, konuşmam için yalvarsa da ondan saklanmıştım. beni geride bıraktığı için ona karşı hissettiğim öfkeyi aşamamıştım. o bir saniye içinde dünyaya gidip ciğerlerinde oksijeni hissedebilmişken ben ölü, soğuk, önemsediği herkesten ve her şeyden ayrılmış bir canavar olarak geride kalmıştım.

cehennem meleği, taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin