2.6

751 126 19
                                    

taehyung

külle kaplanmış ve bulanmış camdan cehennemin sokaklarını izliyordum. bomboş ve yanlış hissediyordum; sanki birisi beni parçalayıp içimden önemli parçalarımı almış ve tekrar dikmiş gibiydi. jungkook olmadan önemli parçalarım da yoktu. onları canlandıran jungkook'du çünkü. ve şimdi... o dışarıda bir yerlerdeydi. benim için korkunç şeylere katlanıyordu.

changbin'in arkamda gezinerek telaşla, silah olarak kullanabilecek bir şey aradığını duyduğumda döndüm. zebaniler orağını almışlardı ve changbin bir uzvunu almışlar gibi hareket ediyordu. yoongi'nin tortop halde yattığı yatağa baktım. hatıralar tek tek zihnime hücum ediyordu. jungkook'un elleri, dudakları, dokunuşum altında iyileşen bedeni... daha bir gün önce jungkook'a onu sevdiğimi söylediğim odada duramayacaktım.

"onu bıraktığına inanamıyorum," dedim sonunda. sesim pürüzlüydü ve boğazım çığlık atmaktan ötürü acıyordu. changbin bir çekmeceyi çarparak kapattı ve ellerini kenarına dayayarak kırık aynadan bana dik dik baktı.

"jungkook koca adam. kendi kendine bakabilir," dedi. "o anlaşmayı yaparken ne yaptığının farkındaydı."

"hile yaptılar!"

"jungkook'un bu ihtimali düşünmediğini mi sanıyorsun?" dedi kaşlarını çatarak. "o oyunu kabul ederken kafasında sadece tek bir amaç vardı. seni güvende tutmak ve buradan çıkmanı sağlamak. kazansa da kaybetse de sonucun bu olacağından emindi. ve istediğini elde etti. ben de bizi koruyabilecek bir şey bulur bulmaz çocukla seni buradan çıkaracağım ve ahiret hayatımın en kötü hatasını ardımda bırakacağım."

bir çekmeceyi daha sertçe çekti ve menteşelerinden söküp odanın diğer tarafına attı. yanaklarım öfkeli gözyaşlarıyla ıslanıyordu. jungkook'u umursamıyordu bu çocuk. umursuyorsa bile kendi korkusuna o kadar kapılmıştı ki onun için bir şey yapacak halde değildi. gözlerimi avuçlarımla sildim.

"sen bir korkaksın," dedim.

changbin elindeki metal parçasını, ağırlığını ölçtükten sonra pantolonun cebine soktu. "ben bir ölüm meleğiyim."

"hayır. sen babamın kuklasısın," dedim. "iplerini çekti, değil mi? sırf onu memnun etmek için kardeşin gibi olan adamı arkanda bıraktın."

gözleri alevlenip burun delikleri öfkeyle açılırken bana döndü. etrafında fırtınalar koparak öfkesi ve suçluluk duygusu benim düşüncelerimi bastırıyordu. "ya sen? eve döndüğünde babacığın ne yapacak sence taehyung? kollarını açıp sana hoş geldin mi diyecek? hayır. sırtındaki o metaforik kanatlarını söküp alacak ve seni de bizimle çukura atacak."

"babam asla öyle bir şey yapmaz."

changbin sırıttı. "göreceğiz."

kapıya dönüp sertçe açtı ve omzunun üstünden bana baktı. "hiçbir yere gitmeyi aklından bile geçirme."

kapıyı çarparak kapattığında irkildim. ayaklarım zemine çakılmışken zihnim bir plan oluşturmaya çabalıyordu. changbin bana yardım etmeyecekse jungkook'u kendim bulmak zorunda kalacaktım. dönüp şehrin kalabalık sokaklarına baktım. içimde parlak bir korku vardı. şehre bakarken kendimi inanılmaz küçük hissediyordum. jungkook yanımda yokken denizde kaybolmuş, dalgaların arasında çaresizce savrulan oyuncak bir gemi gibiydim. jungkook cesur olduğumu sanıyordu. ama ben o kadar cesur hissetmiyordum. korkuyordum.

"seni tanıyorum," arkamdaki yataktan yoongi'nin çatlak sesi yükselmişti. "nasıl bilmiyorum ama... tanıyorum."

dönüp onun acıyla yüzünü buruşturarak oturmasını izledim. "evet."

cehennem meleği, taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin