2.8

770 124 21
                                    

taehyung

büyük salon'un basamaklarının önünde, cehennem kaçışı sonrası hâlâ sarsılmış halde dikilirken jungkook parmaklarını benimkilere geçirdi. jungkook'un cehenneme kaç tane ruh götürme sözü verdiğini, acı çekmek için oraya döneceğine dair kaç kişiye yemin ettiğini hatırlamıyordum bile. hepsini güvenli bir şekilde oradan çıkmamız için yapmıştı. babamın elektriği etrafımızda dünyayı aydınlatırken ve az sonra deneyimleyeceğimiz öfkenin uyarısını yaparken tüm vücudumdan bir ürperti geçtiğini hissettim. bundan kaçınmak için gözlerimi kapattım ama tek elime geçen, hislerimi yoğun bir sis gibi kaplayan öfke dolu bir karanlıktı.

"konuşmayı ben yaparım, taehyung," dedi jungkook.

"hayır. suçu sana yüklemesine izin vermeyeceğim. olanlar benim hatamdı."

"ne olursa olsun beni cezalandıracak zaten," dedi. "benim soobin ile seokjin gibi ona sunacak şeylerim yok. yani yakamı sıyıramayacağım. ama sen onun oğlusun. eğer doğru oynarsak en azından sen kurtulursun."

"ama başardık!" dedim. "yoongi, cennette. olması gerektiği yerde. cehennemin derinliklerinden gerçekten de bir ruhu kurtardık. babam işin iyi yanını görmeli."

jungkook kafasını iki yana salladı. kahverengi gözlerinde kaderine boyun eğmiş, hüzünlü bir ifade vardı. "sen babanı benim tanıdığım gibi tanımıyorsun."

jungkook elimi sıktı ve parmaklarının şeffaflaşıp benimkilerin içinden geçmesine izin verdi. o anda onu hissetmek için her şeyimi verebilirdim. sadece bir anlığına, içimdeki korkuyu yok etmeye yetecek kadar. onu kaybedemezdim. yaşayıp kurtulduğumuz onca şeyden sonra olmazdı. sonunda onu benden koparacak olan kişinin babam olması kendimi daha kötü hissetmeme yol açıyordu.

"taehyung..." jungkook elini çeneme koyup bakışlarımı kendininkilere doğru kaldırdı. bir şey söylemesine gerek yoktu. gözleri her şeyi anlatıyordu. babam bize ne yaparsa yapsın içimizdeki aşkı yok edemeyecekti. dudağımı ısırıp kafamı salladım.

o anda önümüzdeki kapılar savrularak açıldı ve babam dışarı adım attı. boş gözlü ruhlar etrafa kaçışırken, ölüm melekleri gösteriyi izlemek için araf'ın sisli köşelerine saklandılar.

"seni seviyorum," diye fısıldadım, önüme dönerken. jungkook bunu biliyor olsa da yüksek sesle söyleme ihtiyacı hissetmiştim. söylemeseydim kendimi asla affetmezdim.

"ben de seni seviyorum," diye fısıldadı. "her zaman. unutma."

babamın onun işini bitireceğini, en azından uzaklara bir yerlere göndereceğini düşünüyordu. gözlerimi kapatıp kendi korku ve kuşkumla mücadele etmeye çalıştım. on yedi yıldır sevdiğim adamın bana acı verecek bir şey yapmayacağına inanmak zorundaydım. babamın basamaklardan inmesini izlerken bu düşünceye sıkı sıkı sarıldım.

babam önümde durduğunda içimdeki her şey dondu. bir an için birbirimize sadece baktık ve bir şeyler söyleyemeden kendimi onun kollarında buldum. babam beni kendisine çekip yanağını saçlarıma dayadı. ondan öfke, hayal kırıklığı, hiddet görmeyi beklemiştim; bunu değil.

"taehyung," dedi. "oğlum. gerçekten sensin, değil mi? güvendesin değil mi?"

"iyiyim baba," diye fısıldadım ipeksi saçlarını okşayarak. "buradayım. seni endişelendirdiğim için özür dilerim."

sonunda geri çekildi. sevgisi o kadar fazlaydı ki beni içten dışa iyileştiren, arıtan bir neşeyle doldurmuştu. ama bu an fazla sürmedi. babam bakışlarını jungkook'a çevirdiğinde büyük salon'un duvarlarında şimşek çaktı.

"sen," diye hırladı, parmağını jungkook'a doğrultarak. "ona birkaç ruh alma anı göstermeni, yerini bilsin diye korkutmanı istedim. tek çocuğumu alıp cehennemin derinliklerine, bir intihar görevine götür demedim!"

cehennem meleği, taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin