2.0

926 132 38
                                    

jungkook

taehyung'a bakmıyordum. bakamıyordum. yanımda titrediğini hissedebiliyordum ama çok sessizdi. çok fazla sessiz. onu buraya getirmeyi nasıl kabul edebildiğimi tekrar merak ettim. onun var oluşu henüz yalnızca on yedi yıllık bir süreçti. melek ya da değil, daha çocuktu. bu yer tarafından yaralanmayı, sonsuza dek buranın hayaletleriyle yaşamayı hak etmiyordu. bizler bunu hak etmiştik. ama taehyung... o, ölümün ardında bıraktığı, savaştan zarar görmüş yerlere mücadeleye giden biriydi. ben ölülerin ruhlarını alırken o imkansız olan bir iş yapıyordu. hayatta olan, kırık, hüzünlü ruhları iyileştiriyordu.

taehyung'un istemsizce sebep olduğu kargaşadan istifade ederek birkaç blok daha ilerledik. zincirlenmiş ruhlardan oluşan sıra direnmeye, iblislerin ruhları çekerek oluşturduğu boşluklardaki zincirleri şıngırdatmaya başlamıştı. fark edilmemiş bir açıklıktan kayarak şehrin dış taraflarına yöneldik.

changbin orağının kabzasıyla beni dürtüp kafasıyla terk edilmiş vagonları işaret etti. kırık tren raylarına sarılmış siyah sarmaşıklar ayaklarımızın altında yılan gibi kıvranıyor, bizi yakalamak için kıvrılarak uzanıyorlardı. botumu kurtarıp paslı bir vagonun yanında durdum ve önden gitmesi için iki parmağımla changbin'e işaret ettim. önümdeki vagona atlayıp içini kontrol etmek için karanlığa daldı. bir dakika sonra kafasını çıkardı.

"temiz," dedi.

kafamı sallayıp taehyung'u vagona kaldırdım. changbin de uzanıp onu tutarak içeri çekti. vagonun zemini külle kaplanmıştı ve tavana bir yığın kan kelebeği yapışıktı. ben taehyung'un önünde diz çökerken changbin tepemizde dikiliyor, rahatsız olmuş şekilde ensesini ovalıyordu.

"iyi olacak mı?"

taehyung boş gözlerini kırpıştırarak bana bakıyordu. yanağındaki kan damlasını başparmağımla sildim. "hissediyor. ruhların acısını. yalnızlıklarını. çektikleri işkenceyi. hepsini."

changbin'in gözleri kocaman oldu. "buna rağmen bu kadar ileri gelebildi yani?"

"çok inatçı."

taehyung gözlerini kırpıştırıp kaşlarını çattı. "burada yokmuşum gibi hakkımda konuşmayın."

bir nefes verip ona zayıf bir tebessüm etmeyi başardım.

"burada olduğunu sanmıyordum. bu sefer geri gelmen uzun sürdü."

titreyen ellerine baktığında nefesi kesildi. "bu... bu o kadının kanı mı?"

"kadın zaten ölü," dedim. "günün sonunda her şeye yeniden başlamak için tekrar canlandıracakları. olanlar... senin suçun değildi. burada işler böyle."

derin, titrek bir nefes aldı ve ellerini çılgınca pantolonuna sürtmeye başladı. avuçları kıpkırmızı olup aşınmıştı. dudaklarından bir hıçkırık yükselirken omuzları çöktü ve iki büklüm oldu.

"ben yaptım," dedi boğulur gibi. "ben yaptım. ben..."

"hey..." ellerini tutup göğsüme bastırdım. benden uzaklaşmaya çalışsa da onu tuttum. kendisine zarar vermesini istemiyordum. o güçlü biriydi. fark ettiğinden daha güçlü. benim asla olamayacağım bir şekilde güçlü.

"lekenin çıkmasını istiyorum," dedi. "çıkmasını istiyorum! lütfen. hasta hissediyorum. çıkmasını istiyorum!"

arkama bakıp arandığımda changbin çantamı fırlattı. sonra parmaklarını saçlarından geçirdi. taehyung'u incelerken bakışları yumuşamıştı. "ben... şey.. ben gidip etrafa bakınayım. belki daha sessiz bir yol bulabilirim. size biraz vakit vereyim."

cehennem meleği, taekook ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin