47. Bölüm 🦠

6.6K 766 98
                                    



Çığlıklar...

Bolca moral bozan kahkaha...

Ve gizlice içimize akan gözyaşları...

Kendimi kaybettikten sonra ortalık savaş alanına dönmüştü. Öğretmenin entegre olması dalgalar halinde kasabada yayıldı. Bu sefer korkunun yanında hüzün ve şok etkisi varlığını gösterdi. Herkes endişe içinde sağlık çadırının yakınlarında toplandığında dışarıda bir kargaşa ve uğultu oluşmuştu. Öğrencilerim ağlaşırken, kasabalı endişe ile neler olduğunu anlamaya çalışıyordu.

Ali'nin ceseti bir yanda, benim kendimden geçmiş zapt edilemeyen bedenim bir yanda.

Korkutucu seslerim tüm kasabalıya ulaşmışken nakil işi kasabalının isteği ile durmuştu. Kimse gitmek istemiyordu. Sağlıkçılar yaptıkları antivirüslerin tamamını üstümde denerken gün geçti.

Herkes, derin bir sessizliğe boğulmuştu. Kimse ne gece ne gündüz çadırın yanıbaşından ayrılmıyordu. Yakılan ateşlerle dışarıda bekleyen insanlar daima dua ediyorlardı. Ne evlerine giriyorlar ne doğru dürüst uyku yüzü görüyorlardı. Kendi ailelerinden insanları kaybettiklerinde bile böylesine derin bir umutsuzluğa sürüklenmemişlerdi.

Antivirüs olmasa da virüsün etkisini azaltan ilaçlar bedenime uygulanırken ben, türlü ağrılara maruz kalıyordum. Kemiklerim sızlıyor, damarlarımda akan kan dönüştüğü zehir formülü ile dolaştığı yeri yakıyordu. Kimse içimde olup bitenden haberdar değildi. Acım ve ağrım arttığında kahkahalarım yükseliyordu. Gülüşümün mutluluktan olmadığını çok iyi biliyorlardı ancak yine de bu kahkaha insanın kafasını karıştırıyordu.

Virüsün etkisini azalttıkça bedenim daha sert tepki vermeye başlıyordu. Kelepçelenen ellerimden sonra yatak sürekli sallanır hale gelmişti. Çadırdan çıkan rahatsız edici sesler her dakika güzel bir haber bekleyen insanlar için daha fazla hüzne neden olurken doktorlar ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlardı.

"Kendini kastığı için damarları sıkışmaya başladı."

Toprak'ın açıklaması ile kaşlarını çatan Bera dünden beri bir saniye bile uyumamıştı. Mor göz altlarının nedeni uykusuzluk değil, bir günde hüzünden çöken bedeniydi. Koşturmaktan ağzına bir damla su bile almamıştı. Bakışları her saniye üzerindeydi lakin görüp görebildiği tek vehametten başkası değildi.

"Kelepçeler onu durduruyor gibi olsa da daha fazla kasmasına neden oluyor aslında."

"Ne yapmalıyım söyle? Yapabileceğim bir şey var mı? Bana yapabileceğim bir şeyler söyleyin!"

Bera yoğun umutla sorduğunda Toprak "Şu an tek yaptığımız virüsü ertelemek biliyorsun değil mi? Ayrıca..."

"Bana ne yapacağımı söyle!"

Tek kelime daha açıklama istemeyen Bera tükenmiş bir halde Toprak'a bağırdığında "Onu serbest bırakmalıyız. Hastalığın reflekslerini rahatça yerine getirmeli," dedi.

"Antivirüs ne oldu?"

"Bera onu kimsenin üzerinde denemedik henüz. Sen de biliyorsun ki entegreler çok fazla hayatta..."

"Devam etme!"

Bera ne demek istenildiğini anlamıştı. Beni rahat bırakmaları kelepçelerden kurtulmam anlamına geliyordu. Bu da ya kendime ya başkalarına zarar vermem anlamına gelirdi.

"Hilal'i nasıl serbest bırakacağız ki?"

Sarp endişe ile sorduğunda Bera bana bakıyordu.

"Dışarı çıkın."

SALGINHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin