~Salgın KTM3~
🟩🟩🟩🟩🟩Bera yüzbaşı ile yan yana yürürken kasabanın daha önce görmediğim bölümlerini de görüyordum. Yıkılan evler vardı ve bazılarını askerler kendi elleriyle yıkıyorlardı. Kerpiçten yapılan yerleri yıkmak daha kolay oluyordu ancak betonarme yapılar zorluyordu biraz. Tam olarak ne olduğunu anlamak için yüzbaşıya çevirdim bakışlarımı.
Kollarını arkasında bağlamış, gözlerinde güneş gözlüğü olsa da çattığı kaşlarından net bir şekilde anladığım hali ile yıkılan bir evde tek başına etrafa bakan minik çocuğa bakıyordu. Benim daha önce dikkatimi çekmeyen bir ayrıntıydı. Yüzbaşının çocuklara olan hassasiyeti kalbimi yumuşatıyordu. Çocuk ince kolları ile dizlerini sarmış bakışlarını yere indirip öylece bekliyordu. Üzerinde yırtılmış bir tişört vardı ve ağlamadan sadece yıkılan evini izliyordu. Belki de içten içe ağlıyordu kim bilir. Çocuk da olsa insanoğlu çoğu defa gözyaşını içine akıtmakla ünlüdür.
Yüzbaşı yanından gelip geçene kadar izledi çocuğu. Siyah askeri çizmeleri dikkat etmediği için çamurlu yere denk geldi ama o bakmaya devam ediyordu. Benim göremediğim başka bir şey mi vardı bilmiyorum ama bir süre sessizce bekledim. Baktım o başlamayacak ben girdim konuya.
"Çok oldu mu buraya geleli?"
Benim sorumla irkilir gibi oldu ve yüzünü bana çevirdi. Demek ki baktığı yerde gördükleri daha yoğundu. Düşünceler ile dolu olan bu yüz ifadesinin başka açıklaması olmazdı.
"Bir ay kadar oldu sanırım. Bazı geliş gidişler yaşadık o yüzden tam tarihi vermek zor."
Bir ay uzun bir süreydi. İnsanlar sadece bir günde alışıyordu birine. Esma gibi kaç çocuğa bağlanmıştı belki de. Yerdeki büyük bir taşa vurup kenara alırken sıkıntı ile dolu derin bir nefes aldı.
"İlk önce ayaklanma var dediler. Meğer feryatmış. Sonra salgın var dediler, meğer katliammış. Gidin düzeltin dediler, meğer battıkça batacakmışız. Dediler de dediler."
Daha derin nefes aldı.
"İşte gördüğün noktadayız. Bu ne bir ayaklanma ne bir feryat ne de bir salgın. Geldiğimden beri hastalar dışında çığlık atan duymadım. Hep sessiz. Özellikle geceleri."Ses tonu daha da hüzünlü bir hale geldiğinde "Kaç kişi?" diye sordum.
"Kaç kişi kaybetti hayatını?"Başını gökyüzüne kaldırıp derin bir nefes daha aldı. Sanki içindeki ıstırap ona çok fazla ağır gelmiş de nefes alamıyormuş gibiydi. Bu soruyu sormamın nedeni öğrencilerimin psikolojileri hakkında az çok bilgi sahibi olmak istememdi. Anne ve babası ölenler çok olursa onları toplamak o kadar da kolay olmayacaktı. Gerçi böyle felaketlerde kendi ailelerinden olmasa da en çok etkilenen çocuklar oluyor her zaman. Tek başımayım, tek öğretmenim ve bu yükü kaldırıp kaldıramayacağımı bilmiyorum. Az çok tanıdığım sadece yüzbaşı var ancak o da öğrencilerin eğitimleri ile ilgilenemez. Bu yolda tek başımayım. Düşündükçe içim daralıyor ancak yine de her şeyde bir hayır vardır değil mi?
"Geldiğimiz ilk gün beş ailede yedi kişiydi. On gün içinde otuz üç, yirmi beşinci günde elli altı ve bugün ile toplamda yetmiş üç kişi oldu. Ben gelmeden önce oldu mu bilmiyorum. Sorduğumda doğru cevap alamıyorum çünkü cenazelerinin yakılmasını istemedikleri için çoktan gömmüşler. Bunun daha çok tehlikeli olduğunu anlatmama rağmen kasabalı da içsel bir isyana girmiş durumda."
Şaşkınla sayıları dinlerken "Salgın diyorlar ama bu tam bir katliam aslında," dedim.
"İçme suyu virüs taşıyorsa bu salgın değildir ki. Askeriye dışında neden başka hiçbir ekip gelmiyor? Karantinaya alındık evet ama burada sağlıklı birçok kişi var. Zamanla ölüyorlar ve bu bilinçli olmuyor mu?"Başıyla tasdiklerken durup bana baktı. Vücudunu tamamen bana döndü ve belinde bağlı kollarını çözmeden bakışlarını gözlerimde sabitledi. Her ne söyleyecekse çok önemli olmalıydı. Olabildiğine ciddi bir ortam oluştuğunda "Ama," dedi dudaklarını ıslatarak.
"Daha fazlasını araştırma tamam mı öğretmen hanım? Salgın... salgın olarak kalmalı."Söyledikleri şüphelendirse de söyleyiş şeklindeki samimiyete güvendim sanırım. Bilemiyorum belki de korktum. Yüzbaşının sesinin bile derinlerinde tuhaf bir sır yatıyordu. O sırrın hiç açılmaması gereken bir kutu olduğunu o gün bile anlamıştım. Lakin masumlar ölmeye devam ettikçe buna daha ne kadar katlanabilirdim bilmiyorum.
Yüzbaşıya gelince çocuklara olan bakışlarından onun kötü biri olmayacağına inanıyordum. En azından inanmak istiyordum. İnandırmıştı beni kendine. Sözlerine değil ama davranışlarına inanmıştım. Muhtemelen Esma da buradaki kimsesiz çocuklardan biriydi ve kendisine alıştığı için baba olmayı kabulleniyordu. Belki de Esma gibi daha birçoğu vardı. Bir aydır buradaysa benim etkilendiğim o sahnelerden çok daha fazlasını yaşadığına adım kadar emindim. Çocuklar iyi ve temiz olanı ayırt edebilirler değil mi? Onlar çok saf da olsa hissederler. Esma babasını çok seviyor. Bera yüzbaşıya bu yüzden güveniyorum.
Karantina bölgesi dedikleri yer bir cehenneme benziyordu yavaştan. Tüm bu cehennemde sorumlu zebaniler olmak hem can yakıp hem de insanı perişan ediyor olsa gerekti. Tüm askerler içinde ise asıl ağır yük Bera yüzbaşının omuzlarındaydı. Çoğu zaman iyi ve kolay arasında seçim yapmak zorunda kalıyordu. Direnip iyiyi seçmeye devam etse de bu daha ne kadar sürerdi hiç bilmiyorum.
Birlikte geldiğimiz yer kerçipten yapılma tek katlı bir evdi. Dışarıdan minik pencereleri görünüyordu sadece. Çatısı düz bir şekilde kapatılmış, giriş kapısının eşiği de iki basamak yükseltilmişti. Sağ tarafında bir yer yoktu ancak sol tarafında başka bir ev vardı ve orada da biriler yaşıyordu. Lakin benim evimin bulunduğu yere göre geniş bir bahçesi ve salkım söğütlerin çevrelediği küçük de bir havuz vardı. Salkım söğüdün dallarından sallanan salıncağı görünce bir çocuk olabileceğini düşündüm ve hafifçe tebessüm ettim. Öğrenci aramak için uğrayacağım ilk yer bu ev olacaktı.
"Küçük göründüğünde bakma. Geniş bir odası, ufak bir mutfağı, banyo ve lavabosu da var. Bahçesi yok ama bu senin iyiliğin için. Dışarıda gezinmek için güvenli günlerden geçmiyoruz."
Başımla tasdiklerken etrafıma bakınmaya devam ettim ve uzaktaki askeri çadırları gördüm. Benim baktığımı görünce Bera da başını çevirdi.
"Evet, orası benim kaldığım yer. Hemen yan tarafındaki geniş alanda kahvaltı dahil yemek programları yapılıyor. Zaten biraz ötede de okul var. Yani evinin stratejik konumu çok iyi."
Yeniden başımla tasdiklerken etrafıma bakınmaya devam ediyordum.
"Genelde hep böyle misin yoksa bu güne özel mi?"
"Hım?" Anlamayarak sorduğumda işaret parmağı ile yüzümün ve başımın etrafında daireler çizdi.
"Sen sağa sola döndükçe etrafa parıltılar saçılıyor sanki. Emin değilim ama bu genelde sadece güneşte olan bir özellik."
Gözlerimi hızlı hızlı kırpıştırırken yine onun gülüşü ile gafil avlanmıştım. Benim şaşkınca bakışım onu eğlendiriyordu. Gözleri böyle anlarda yüzümde gezinirken tebessümü daha çok artıyordu.
"Ben artık yerleşsem iyi olur."
Eve doğru geçip içeri girdiğimde hâlâ gülümsemeye devam ediyordu. Tam emin değilim ama Bera yüzbaşı için büyük bir eğlence kaynağı olduğum kesin. Benden önce kim bilir ne kadar sıkılıyordur.
Kapıyı kapattığımda biraz karanlık olduğu için lambaları yaktım ve içeriye giriş yaptım.
Toprak kokan bu yer benim yeni evimdi...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SALGIN
Science FictionKarantinaya alınan bir kasaba. Olanlardan habersiz atandığı yere giden bir öğretmen ve tüm karanlık sırların ardında duran bir yüzbaşı. İnsanlara hızla yayılan virüse karşı kimse bir şey yapmıyordur. Üstelik ölüme terk edilen kasabadakilerin dışarı...