Bu bölüm hesapladığımdan da uzun bir bölüm oldu ve aslında yazmak istediğim kısma geçemedim bile.. Neyse artık o da bir hafta sonranın kısmetiymiş ne diyelim.
Rosie
Tuvaletten salona döndüğümde herkesi bıraktığım gibi bulmayı pek beklemiyordum. Tek farklılık olan parkeye dökülen çay üstünkörü temizlenmişti. Onun dışında herkes kaldığı yerden çalışmaya devam ediyordu. Kapağı indirilmiş bilgisayarımı görmesem gerçekten yaklaşık 10 dakika önce burada yaşanan şeyin beynimin içinde yaşandığına inanabilirdim fakat her ne kadar yere dökülen çayı silebilseler de bilgisayarımın bozulmasına engel olamamışlardı, biliyordum.
Derin bir nefes alarak orta sehpanın başına çöktüğümde Harry gözlerini üzerimde hasar tespiti yapmak istercesine gezdirmişti. İyi olduğuma kanaat getirmiş olmalı ki başını kendisinin bile fark etmediği hafiflikte sallayarak ayaklandı ve çalışma odasına doğru gitti.
Tabii, hala orayı çalışma odası olarak kullanıp kullanmadığı da meçhuldu.
Joe ise gergince yerinde kıpırdanıp dudaklarını kıpırdatarak "özür dilerim" diye mırıldandığında 'boşver' dercesine elimi havada salladım.
Nereden bilecekti ki?
Çok gerilmiştim, cidden. Bu kadar dikkat çekici ortamlarda olmaktan yıllardır çok uzaktım. Bir anda herkesin odağında olmak anksiyetemin kapılarını zorluyordu. Yine de kimsenin aramızdaki yakınlığı o kadar da bilmemesi ve bizim eskiden olan tanışıklığımıza takılmaması da işime gelmişti. Soruların muhattabı olmayacağımı gösteriyordu bu durum.
"Sana benim bilgisayarımı getirdim. Ben sana en kısa sürede yeni bilgisayar alana dek bununla idare edebilir misin? İçerisinde Autocad programı yüklü." Harry, önümdeki bilgisayarı yavaşça ittirip yerine elindeki bilgisayarı normal hareketlerinin aksine özen göstererek bıraktığında özen gösterdiği bir başka şey olduğunu da fark ettim; gözlerimin içine bakmamak.
Ona da birden bu kadar fazla ve yakın iletişime girmemiz fazla gelmiş olmalıydı. Bunu anlayabiliyordum. Yine de bazı şeylere hala içten içe midemin büzüşmesine engel olamıyordum. Örneğin, bu üzerinde kocaman kangurular Avusturya'da değil* stickerı yapışmış bu bilgisayarı da lanet olsun ki biliyordum. Önüme bıraktığı bilgisayarın içerisinde autocad* programı yüklüydü çünkü yıllar önce finallerime rahat çalışabilmek için içerisine programı ben yüklemiştim.Üstelik yedeksiz çalışmadığımı o kadar iyi biliyordu ki, bilgisayarımı mahvettiği için telaşlanmamıştı bile.
Bazı şeyleri tekrar tekrar konuşmamıza gerek yoku, biz birbirimizi çok iyi tanıyan iki yabancıydık.
Bu yüzden sakince başımı aşağı yukarı salladım ve telefonumu bilgisayara bağlayıp buluttan kaydettiğim sahne çizimlerini tek tek autocad'de tekrar düzenlemeye başladım. Bunu yaparken hem çok huzurlu hem de oldukça buraya ait değilmiş gibi hissetmekten kendimi alamıyordum. Ben bu evden taşınmıştım. Burada yeni sahipleri varken öylece odalara girip çıkamazdım.
Burası bana ait bile değildi.
Tüm bu düşünceler beynimin bir köşesinde kendini tekrara almışken ben ne kadar süredir ekrana baktığımı bilmiyordum bile. Odağımı tamamen sahnenin planına vermiştim fakat arka planda sürekli melodisi değişen fakat çalmaktan asla eksik kalmayan telefonlar, kağıt hışırtıları, minik şarkı kesitleri ve konuşmalar eksik olmuyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eyes Wide Open
Fanfiction"Yalan söyleyen bir insanı fark etmeyi ancak senin gibi benciller beceremez, nasıl da inandın ama?" Omuz silkip elimdeki elmaya uzandı. "Çok da emin olma derim ben."