Better Friends

650 74 34
                                        


Rosie


Eskiden, her okuduğum kitaptaki karakterlerin gerçek hayatta bir yerlerde yaşadığına inanırdım. Formları, cinsiyetleri, kimlikleri bambaşkaydı ama yaşıyorlardı. Buna öyle içten inanıyor ve içimde bu savımı destekleyecek o kadar çok donölerle karşılaşıp duruyordum ki, bir noktadan sonra bu düşüncemi etrafımdaki insanlara açmaktan korkmamaya başlamıştım.

Çünkü bir kere en nihayetinde bu karakterler bir insanın kaleminden çıkmaydı. Bir insan, benim en sevdiğim karakteri yazarken belki kendisinden, belki sevgilisinden, belki de o gün markette karşılaştığı ve bir daha görmeyeceğine emin olduğu çocuktan parçalar bırakmıştı. Belki saçlarını banka sırasındaki kızıl saçlı kadından almıştı, belki'ler o kadar inandırıcıydı ki, bu yüzden okuduğum kitaplardaki hiçbir karakteri tamamen 'var olmayan' 'kurgusal' karakterler olarak bakmaktan çok, acaba şu anda benim karakterim hangi yaşayan insandan bir parçalar taşıyor? düşüncesi etrafında düşünmeye ve düşündürtmeye çalışıyordum.

Şimdi ise kalp kırıcı bir şekilde okuduğum her kitabın en acıklı sahnesinde kendimden bir parça buluyordum.

Sanki okuduğum sayfalar ete kemiğe bürünüp beni boğuyordu. Hepsi o kadar gerçek o kadar can yakıcı geliyordu ki sanki sayfa çevirmiyordum da o kelimeler un ufak olup üzerimi bir toprakmışçasına örtüyorlardı. 

Ben bu kadar zaman içime oksijen çekiyormuş gibi hissetmiyordum.

Avuçlarımla etrafını sardığım kahve bardağını dudaklarıma yaklaştırdım. Yudumladan bile önce kokusu geliyordu. Non fat latte fakat içerisine yalnızca 1 pompa ahududu şurubu sıkılmış.

Hastanenin giriş kısmında yanımda Harry Styles'la dikiliyor olmam elbette çok da normal karşılanmıyordu ama umurumda bile değildi, gerçekten. Yalnızca umutsuzca beni oyalamak için kahvemi yudumlayıp arabaya binip buradan herhangi bir yere siktir olup gitmek istiyordum. 

Bu yüzden olsa gerek büyük reflektif camdan kendi yansımamı izliyordum. Malum, odamda ayna bile yoktu. Uzun bir aradan sonra kendimi cam dışında bir yerden bu kadar net görüyordum.

Siyah kalın taytım göbek deliğimin üç parmak üzerinde bitiyordu. Üzerimdeki bordo kare yakalı crop top ve deri ceket ise dışarıda yağan karın ne kadar umurumda olduğunu gözler önüne serecek kadar durumu özetliyordu. Sırtımdaki bordo kanken çantayı hiç çıkartmamıştım. Saçlarım uzamıştı ve artık siyah değillerdi. Kendi saç rengim nerdeyse kulak hizama kadar geliyordu ve sonrasında ne kadar saçım koyu renk olduğu için iki renk birbirine karışsa da benim hiç hoşuma gitmedi. Bu görüntü karşısında istemsizce suratımı buruşturup refleksle kolumda bir toka aradım fakat elbette yoktu.

Kolyelerim ve yüzüklerim gibi, tokalarım da yoktu.

Giriş resepsiyonundaki büyük siyah deri koltuğa yaslanmış öylece kendime bakarken bakışlarım arkamda eşyalarımı alan ve ilgilenmek istemediğim işlemleri gerçekleştiren Harry'e kaydı.  Yaslandığım koltuktan doğrulup ona doğru döndüm fakat arkası bana dönük kaldığı için ona döndüğümü görmedi. Bu sefer ''Tokan var mı?'' derken yanına birkaç adım da atmıştım. 

Sesime karşılık başını bana doğru çevirirken onaylayan birkaç mırıltı çıkarttı. Sol bileğini bana doğru uzattığında tokayı çekip kendime almamı beklediğinin farkındaydım çünkü sağ eliyle hala önündeki kağıtları imzalıyordu. 

Elimi bileğine uzattım ve tokayı tuttum. 

Kendime çekemedim.

 Basit siyah bir tokaydı. 

Eyes Wide OpenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin