Expedition Impossible

1K 98 136
                                    


Rosie

Gözyaşlarının dinmesini beklediğim süre boyunca ne yapacağımı bilememiştim. Muhtemelen, birkaç dakikadan ibaret bir andı fakat ben hiç sonu gelmeyen bir müzik dinliyor gibiydim. Döktüğü birkaç damla yaş, beni bir okyanusa düşürmüş ve içerisinde boğmaya yetmişti.

Ona bakınca, yüzmeyi unutuyordum.

Konuşmadığımız şeylerin varlığı yan yana geçirdiğimiz birkaç senenin varlığını aşıyordu. O da bunun farkındaydı ki, gözlerini hissettiği duyguların aksine çabucak elleriyle kurularken "böyle olmayacak" diye mırıldandı. "Sadece ağlayıp duruyorum. Gerçekten konuşmamız gerekiyor. Her şeyi konuşmadan bu durum böyle olmayacak."

Başımı itaat edercesine aşağı yukarı salladım. Asıl sorması gereken sorunun "nasıl olacak?" Olması gerektiğini bir defalığına göz ardı etmek istedim. Birbirimizsiz geçirdiğimiz süre, birbirimizle geçirdiğimiz süreyi aşmış hatta üzerine binmişti. Bilmediğimiz o kadar çok ayrıntı, değişen o kadar çok alışkanlığımız vardı ki, hangi biriyle baş edecektik?

O benim yaramdı ve ben kaşıdıkça bana acı vermekten başka hiçbir şey yapmıyordu. Ne iyileşiyordu, ne iz bırakıyordu. Ben kabuğu kaldırdıkça yeniden ve yeniden kendini belli ediyor, bir türlü vücudumu terk edemiyordu.

Ona uzanmak, kollarım arasına almak ve başka hiçbir şey yapmak istemiyordum fakat aramızda birikenler öyle katı, öyle dikenlilerdi ki; bunu yapmamın mümkünatı yoktu. Ben zaten çok saçmalamıştım. Her yerim çizik içerisinde kalmıştı. Benim artık derimden çıkartacak bir dikene daha katlanacak acı tahammülüm kalmamıştı.

Az önce suratında olan ellerini dağınık saçlarını geriye itmek için kullanırken birkaç dakika suratıma baktı.

Dağılmıştı.

Ya da ben de gördüğünü yansıtan bir aynaydı ve ben kendimi gözlerinin içerisine saçılmış halde görüyordum.

"Benimle gel, sizinkilerle gitme. Gerçekten sakin birkaç saat geçirelim, eskisi gibi."

Eskisi gibi... Gülmek istedim fakat ayıp olurdu. Bunun yerine dudaklarımı birbirine bastırdım ve kendime düşünme alanı tanımadım. Tanısam, kabul edemezdim.

"Tamam, peki. Bunu sen açıklarsın o zaman."

Ağır ağır başını salladı. "Açıklarım. Sıkıntı değil. Hadi biraz uyu, ben bizimkilere mesaj atıp bizi buradan almalarını söyleyeceğim." Yataktan kalkıp telefonunu cebinden çıkarttığında onu izledim. Sırtı bana dönüktü ve çok tanıdıktı.

Tanıdık.

Geceleri yapılan telefon konuşmaları. Eğer 2 saat uyuyabilmişsek kendimizi şanslı sayışımız. Aynı odayı paylaşmamız. Birimizin diğerinin odasında oluşunun kimse tarafından garip karşılanmaması...

Çok tanıdıktı.

Uyumak istemiyordum. Gözlerimi kapatacaktım ve her şey kaybolacaktı. Gözlerimi kapatmak istemiyordum. Bunu hissetmeye bu kadar muhtaç olduğumun ben bile farkında değildim fakat bu, beni ben yapan histi. Ben bu hisle şu anda olduğum insan olmuştum. Bu kadar yakınken, bu kadar dışında olmaktan nefret ediyordum. Çok sıcaktı, dokunmamam gerekiyordu ve ben sürekli kendimi yakıp duruyordum.

Ne zaman kendime zarar vermemeyi öğrenecektim?

Ne zaman rüyalarla gerçekleri karıştırmayacaktım?

Eyes Wide OpenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin