Panic Station

1.3K 108 101
                                        


Rosie

"Şaka gibi bana dediği laflara bak"

Çantamı masaya bırakıp daha doğrusu resmen fırlatmıştım, Lorenz'in karşısına oturdum. Üzerinden saatler geçmesine rağmen içim soğumuyordu.

"Sanki aldatıp kucağında çocukla bırakıp terk etmişim gibi tavır takınıyor bana. Aptal. Bana beni sevmediğini söylemeye cesareti bile yoktu. Anca arkamdan Liam'a konuşuyordu. Neymiş hayatını mahvetmişim. Ben bütün düzenimi bırakıp gittim bu ülkeden ona rağmen böyle bir şey söylemedim. Beni yerin dibine sokan şarkı sözleriyle ününe ün kattı ama yine hayatı mahvolan o. Prense bak!"

İçim öylesine kaynıyordu ki aynı anda hem duvarları yumruklamak hem de bağıra bağıra ağlamak istiyordum.

Hala bana bu kadar karmaşık hisler hissettirmesinden iliklerime kadar nefret ediyordum. O kadar sızmıştı ki her yerime, aşamıyordum.

Ölene dek aklımın kalbimin hep bir köşesine etki edeceğini bilmek beni deli ediyordu.

Onu derimden kazıyıp atmak istemiştim. Elimi kızgın ocağa basmıştım. Kalbimin üzerinde tepinmiştim. Ama ona hissettiğim her şey bastığım elimin üzerinde iltihaplanmış, üzerinde tepindiğim kalbimde morarıp belli etmişti kendini.

"Rosie, bunun böyle olacağını biliyordun güzelim." Lorenz'in doğrudan mavi gözlerinin içine baktım ve bu içimde bir yerlerin cız etmesine sebep oldu.

Lorenz bana hep Louis'yi hatırlatıyordu.

Benim başlangıcım ve sonun Lorenz'di.

Başımı iki yana ağır ağır salladım. Gözlerim bu sefer dolmaya başlamıştı ve buna engel olmaya çalışmıyordum. Hissettiğim şeyleri hamal gibi sırtıma atıp taşımaya çalışmaktan kamburum çıkmıştı, yorulmuştum artık.

"Beni yanlış anlama lütfen ama bazen keşke diyorum beni Ed'le tanıştırmasaydın. O zaman Harry'i tanımazdım ve o da bana kendi turlarında bir iş ayarlamazdı."

Hiçbir anıdan kurtulamamak bazı insanlar için lütufken benim için kocaman bir lanetti. Her tanrının gününde hissetmemeyi diliyordum ama yapamıyordum.

En korkutucu olanı, bir şekilde hayat bana bir şans tanısa ve ben tekrar bu yol ayrımına gelsem gerisin geri koşar mıydım hala kendimden emin olamıyordum.

"Sen de derinlerde biliyorsun ki dilediğin bu değil Rosie. Çok fazla kötü şey yaşadınız fakat bunun yanında yaşadığın yüzlerce güzel anı da var."

Garson Lorenz'in muhtemelen daha önceden benim için sipariş ettiği bir fincan bol kremalı latteyi önüme bıraktığında bir anlığına bakışlarım kremalı latteye kaydı. Avcumu açıp kahvenin üzerine tuttum. Bir şeylerin sıcaklığını hissetmeye ihtiyacım vardı.

"Ne fark eder ki? Hepsi benden nefret ediyor şimdi." Omuzlarımı silkerken elime aldığım latteden birkaç damla bej pantolonuma döküldüğünde dudaklarımı büzdüm.

Kusursuz bir kaostum.

Lorenz göz kontağımızı bozup en sevdiğim gülümsemelerinden birini takındığında beni teselli etmeye çalışacağını anlamıştım. O, üniversitede tanıştığımız ilk günden beri benim abim gibiydi. Daima korur, yol gösterir ve beni yargılamadan dinlerdi.

Bu yüzden bu ülkeye döndüğüm ilk gün bir evim bile yokken kapısına gitmiştim.

Gidebileceğim bu kadar insan varken hepsi sanki ben Harry'i değil hepsini bırakmışım gibi kapılarını suratıma çarptığı için, birden kalabalıklar içinde yalnız kalmıştım.

Eyes Wide OpenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin