kalbimden tenime - canozan
18- "Aşktan korktum."
İskelenin ucunda bir adam bacaklarını sallıyor, sallıyor... Açmış ellerini af diliyor. Özür diliyor, yalvarıyor. Cup! Suya düşüyor.
Gözlerimi panikle açarken kafamı sert bir şeye çarpmıştım. Yanıma dönüp Jungkook'la göz göze geldiğimde ne olduğunu hatırlayana kadar bir süre boş boş baktım ona. Ben niye senin yanında uyandım? Biz uyuduysak niye çıplak değiliz? İskelenin ucundaki adam neden, kimden özür diliyor?Biz en son Jungkook'la eve birlikte dönüyorduk. Ben uyumuşum, durak kaçmış. Metroda bu kadar derin bir uykuya nasıl daldığımı bilmiyordum. Son durağa gelmiştik, onun anonsu yapılıyordu. Yani evden on bir durak uzakta mıydık şimdi? Gecenin bu saatinde? Birlikte?
"Nasıl oldu bu?" diye mırıldandım kendi kendime ama Jungkook da duymuştu. Elini kafasına atıp gergin olduğu zamanlarda yaptığı gibi işaret parmağının kemiğini başına sürttü. İlk başta kaşıyormuş gibi görünüyordu gözünüze ama hayır, sadece parmağını büküyordu ve ilk boğumdaki sert kemiği iki kere aşağı yukarı sürtüyordu.
"Uyuyakalmışız." dedi bakışlarını yerdeki çantasından ayırmadan. Metro durmak üzereyken kalkıp kapıya doğru yöneldiğimde beni takip etti. Yavaşlayarak dururken ona tutunmak zorunda kalmıştım.
Basınçlı kapı pft sesiyle açıldığında arka arkaya çıkarken Jungkook binerken yaptığımız gibi bileğime tutundu. Bu alışkanlıktı sanırım, fark etmeden yapıyordu. Küçükken belki annesini veya babasını da böyle tutuyordu.
Her seferinde kalbimi yerinden hoplatıyordu böyle küçük dokunuşlarıyla. Farkında mıydı? Bir de büyük dokunuşları vardı, maçtan çıktıktan sonra yaptıkları gibi. Belime sarılmalar falan, neydi öyle?
"Küçükken hiç kaybolduğun bir anın var mı?" diye sordum yürüyen merdivenlere giderken ona dönüp. Nedense birçok teması küçüklüğünden getirdiği şeylermiş gibi geliyordu.
Kafasını salladı, şapkası yüzünü perdelediğinden net göremiyordum. Bakışları yerdeydi zaten indiğimizden beri. "Annem de babam da mimar benim. Babam bir keresinde Japonya'da bir sene kalması gereken bir proje almıştı. Sekiz yaşında falanım. Annemle ben altı ay sonra babamın yanına gidecektik." Yürüyen merdivenlerde durduğumuzda ben bir öndeki basamakta durduğum için ona yukarıdan bakıyordum. Kafasını kaldırıp ufak bir bakış attı. Şapkanın altındaki gözleri çok şirindi. "Japonya'ya gideceğimiz gün babam kaza geçirmiş, havaalanına gittiğimizde anneme telefon geldi. Uçağa daha bir buçuk saat vardı sanırım. Annem ağlamaya başladı, valizleri ve beni bırakıp kalkmak üzere olan bir uçağa bilet aldı apar topar." Anlatırken zorlanıyordu, hiç güzel bir anı değildi bu. Jungkook kaybolmamıştı, annesi onu bırakmıştı. Böyle olduğunu bilseydum hiç sormazdım. Hatta merak bile etmek istemezdim çünkü bu anı onu besbelli üzüyordu.
"Bir gün boyunca havaalanında bekledim annemin beni hatırlayıp birini göndermesi için. Teyzem burada yaşıyordu, öğrendiği gibi Busan'a atlayıp gelmişti." Sonra güldü ama benim içim nasıl gitti, size anlatamam. Küçücük bir çocuk, koskoca havaalanında tek başına nasıl beklemişti yirmi dört saat? Babası kötü bir kaza mı geçirmişti de annesinin aklı bu kadar uçmuştu, sormaya korkuyordum.
"Babamın sadece kolu kırılmış, bakma öyle." Güldü yine. Çok güzel güldü. "Ciddi bir şeyi yoktu ama annem öyle duyunca panikle bırakmıştı işte. Sonra onlar Japonya'da kaldı, ben teyzemle burada kaldım. Onlar altı ay sonra gelince teyzem yine de vermedi beni. Bir hafta kavga dövüş... Teyzem çocukları pek sevmez ve yalnız yaşıyordu ama yine de annemden daha fazla anneydi bana o zamanlar. Sonra teyzeme dava açtılar, teyzem onlara dava açtı falan. Teyzem küçüktü de o zamanlar biliyor musun, üniversiteyi yeni bitirmişti."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Wild Berry ❦ JiKook [✓]
Fanfiction[TAMAMLANDI] Bakmaya kıyamadığı sevdiğini başka kollarda izleyen Park Jimin ve Jimin'in onu sevdiğinden habersiz gün be gün ona aşık olan Jeon Jungkook'un hikayesi. 🍁 Çünkü aşk, masallardaki gibi iki köşeli değildi. Tek bir köşesi vardı ve oldukça...