24

365 63 26
                                    

Kurşunlarımın bitmesi çok uzun sürmemişti. Bizden birini tehlikeye atmadan onları kontrol etmek zordu.

"Taeyong itmeliyiz." Jaehyun ikimize döndü.

"Y/n buradayken olmaz. Çok tehlikeli."

"O zaman onu buradan hızlıca alıp götür."

Taeyong, Jaehyun'a kalan kurşunlarını verdi böylece onları dışarı atmak için hazırlanabilirlerdi.

"Hadi yapalım şunu." Taeyong elimi sıkıca kavradı sonra da ayağa kalkıp açılmış olan teras kapısına doğru koştu.

Yanımızdan geçip giden birkaç tane kurşun oldu ama koşmayı sürdürdük.





Dışarıya çıktığımız anda soğuk ve temiz hava bizi çarpmıştı. Artık ateşlenen silahların ve havada salınan kanın kokusu yoktu.

Kalbim hala hızlı bir şekilde atıyordu ve nefes alıp vermemi düzene sokmakta zorlanıyordum.

"Her şey yolunda. Sakin ol bebeğim." Taeyong usulca yanağımı okşadı. Sonrasında da elimi tutup beni ormanın olduğu tarafa doğru çekti.

"Niçin bu yöne doğru gidiyoruz?" Konuşmakta ve Taeyong'un büyük adımlarına yetişmekte güçlük çekiyordum.

"Çünkü girişten geldiler. Orada konumlanmış durumdalar."

Tüyler ürperten, zifiri karanlık, asla unutmayacağım bir geceydi.

Her zaman gecenin karanlığını biraz ürkütücü bulmuşumdur. Dünyadaki en canlı şehirlerinden birinde yaşarken, penceremin perdelerinin arasındaki boşluklardan sokak lambalarının sıcak, turuncu renkte parıltısının içeriye süzülmesine alışmıştım.

Fakat bu gece de daha önce hiç görmediğim bir karalık vardı.

Başımı gökyüzüne doğru kaldırdığımda, gecenin siyah tuvalinde milyonlarca parlak yıldızın noktalarını net bir şekilde görebiliyordum ama o ışıklardan hiç birisi bulunduğumuz yeri aydınlatacak kadar parlak görünmedi. Kara geceyi az da olsa aydınlatabilecek tek ışık yaprakların arasından süzülen aydı.

Ormandaki ağaçlar göğe doğru ok gibi gerilmişlerdi. Rüzgar yaprakların arasından kayıverdi. Engebeli kökler hızlı yürümemizi zorlaştırırken, nemli yapraklar yüzümüze dokundu, dikenler çıplak tenimizi çizdi.

Taeyong ve ben nereye ayağımızı koysak çatırdayan dalların sesi ve bacaklarımızı sıyırıp geçen otların ve çimenlerin sesi net bir şekilde duyulabiliyordu.

Silah patlamalarının sesi uzaktan neredeyse sessiz bir ses halinde duyulabiliyordu ama hala ateşlenen silahların sesi çoktan uzakta olmamıza rağmen kulaklarımızda çınlıyordu.


"Kahretsin. Bu susturucular bir boka yaramıyor." dedi Taeyong burnundan soluyarak.

Birkaç saniye sonra silah ateşlerinin sesi durdu.

"Bu tuhaf." Taeyong elimi biraz daha sıkı kavradı ve evden ırağa yürümeye devam etti.

Ancak her ikimizde arkamızda çatırdayan bir dalın sesini duymamızla adımlarımızı durdurduk.

"Kim var orada?" Taeyong'un sesi gece de yüksek bir şekilde yankılandı.


Bir adamın gölgesi bizim olduğumuz yöne doğru yürümeye devam etti ve elindeki silahda göze çarpıyordu.

Taeyong silahını çıkardı ve bize doğru yaklaşan kişiye karşı nişan aldı.

Bu tanıdık çehrenin kime ait olduğunu çıkardığımda kap atışlarım durmuştu.

Taeyong silahının güvenlik kilidini yüksek bir klik sesiyle çıkardı.

"Kahretsin." Taeyong tetiği çekipte klik sesi harici hiçbir şey olmadığında sessizce küfretti.

Ona sorgular bir biçimde baktım.

"Hiç mermim yok." Kulağıma fısıldadığında tüm ümitlerim yok olmuştu.

Destek çağırmak için tekrar tekrar kulaklığına bastırdı ama sinyal zayıftı.


"Y/n şimdi hemen benimle geliyorsun yoksa Taeyong'u vuracağım. Bu kadar kolay."

"Önce benim ölümü çiğne Junhoe" Taeyong beni yana doğru itekleyerek kalçamın üzerine düşmeme sebep oldu.



"Tamam." Junhoe silahının emniyet kilidini çıkardı ve Taeyong'a doğrulttu.

"Her şey yolunda. " Taeyong çömelerek beni dudaklarımdan öptü.



Taeyong ayağa kalktığında gözle görülebilir bir bıçağı çekip çıkardı.

Birazcık geri geri giden Junhoe'ya doğru sakin bir şekilde yürüdü.

Atik bir hareketle Taeyong bıçağı aynı anda silahını ateşlemiş olan Junhoe'ya doğru savurdu.


Taeyong ve Junhoe'nun ikisinin birden yere düşüşünü görmemle birlikte tiz bir çığlık attım. Hemen karnını tutan Taeyong'un yanına koştum ve bende yanına düştüm. Gözyaşlarım kontrolsüzce akıp gidiyorlardı.

Elimi onunkinin üzerine bastırdım. Ellerim onun kanıyla lekelenmişti.

Kanlı eli yanağıma doğru göz yaşlarımı silmek için son kez ulaşmıştı. Sonra eğilerek onun yanağına bir öpücük kondurdum.

Elini çekerek acı içerisinde bağıran yerde yatan Junhoe'nun hemen yanındaki silahı işaret etti.

Benden ne istediğini kavrayarak hızlıca başımla onayladım. Silaha doğru yürürken acı içinde bana tebessüm etti.

Silahı yerden aldım ve şarjörü doldurdum.

Dikkatlice silahı doğrulttum ve titrek ellerimi tetiği çekmeden önce sağlamlaştırmaya çalıştım.

------------------

Çevirmen Notu: Merhaba tekrardan çevirilerime dönmüş bulunuyorum. Sizce Erkek hizmetçim Lee Taeyong kitabının çevirisine de devam etmeliyim yoksa Patron ve Saplantı yeterli mi? Eğer çeviriyi okurken tuhaf bulduğunuz cümleler olursa yorumlarda belirtebilirsiniz. Bazen Türkçe'ye aktarırken cümle akışını tam sağlayamıyorum. Gelecek bölümde görüşürüz. :)

Patron | Lee Taeyong • mafya kurgu (Çeviri)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin