Ne dışarı çıkmak ne de yatağımdan kalkmak istiyordum.
Ellerim ve bedenim titriyordu ve bu iğrenç bir duyguydu. Kazağım bile beni sıcak tutmaya yetmezken midem kasılıp duruyordu.
Onunla göz göze gelmek istemiyordum.
Kalbime içimi mahveden bir duygu yerleşiyordu.
Hem ne hediyesiydi bu tanrı aşkına? Sevgilisinin en yakın arkadaşına ne alabilirdi ki? İlgimi çekmek için mi yapmıştı?
İç çektim ve şekerlerimden birini ağzıma attım. Elma tadı ağzıma yayılırken aynadaki yansımama baktım, dudaklarım çatlamıştı. Kiraz aromalı nemlendiricimi dudaklarıma sürerken açık pembe rengi şortlarımla uyumlu gözükmüştü.
Baldırlarıma değen elleri hatırladığımda içim gıdıklandı. Hatırlamak istemediğim dokunuşların film şeridi gibi önümden geçmesi bir olmuştu. Gözleri, bakışları, ses tonu, mimikleri...
Şortumu sıyırmış ve yüzümü buruşturarak beyaz eşofmanımı altıma geçirmiştim. Bacaklarım kapanırken kendimi hiç bu kadar rahat hissetmemiştim. Artık dokunamazdı öyle değil mi?
Ayakkabı olarak kendi tasarladığım ve boyadığım beyaz bez ayakkabıları geçirmiştim. Sol ve sağı farklı boyamıştım ve modaya aykırı biçimde güzel durmuştu. Bazen kendi kendime bir şeyler tasarlamayı ve kendime ait şeyleri taşımayı seviyordum.
Çantamı hazırlamış ve sırtıma geçirmiştim. Jungwoo beni otobüs durağında bekleyeceğini söylemişti. Evden çıkmış ve kapıyı tam beş kez kilitlemiştim. Ancak böyle rahat edebiliyordum. Etrafta çok hırsız dolaşıyordu.
Yürürken etraftaki insanların bana pörtleyen gözlerle bakışlarını sevmiyordum. Sanki bu evrenden değilmişim gibi bana bakmaları hoş değildi. Neden ağızları açık bakıyorlardı ki?
Durağa gelmiş ve beklemeye başlamıştım. Etrafıma göz gezdirmiştim ancak herhangi sarı saçlı biri görememiştim.
Aksine bana doğru yaklaşan simsiyah bir Lamborghini görmüştüm.
Siyah camını yavaşça indirmiş ve karşıma çıkan siyah model gözlüklerle gözlerimi kırpıştırmıştım. Dudağında ve kaşındaki piercingler ile başlı başına dikkat çekerken buda yetmemiş gibi bu sefer gözlük takmıştı. Siyah beanie ise giydiği siyah ceket ve mavi jean yırtık kotla uyum sağlamıştı.
Kalbim gümgüm atarken kalın sesiyle bana seslendi. "Atla."
Hafif gerilemiş ve etrafıma bakmıştım. Görmezden gelsem gider miydi? Görmemiş gibi yapsam, neden bu bu kadar zordu ki? Yürüyüp gitmem gerekti, şu an, şimdi!
"Yong." İsmimi neden bu kadar içten telaffuz ediyordu?
"Jungwoo nerde?" dedim ona gözlerimi değirmemeye çalışarak.
"Kampüste. Onunla önceden buluştuk." dediğiyle yutkundum. Jungwoo olsaydı kendimi daha rahat hissederdim ama o da yoktu.
"Daha beni bekletecek misin?" dedi direksiyonda elini bekletirken. "Yardımcı olmaya çalışıyorum."
Kendime sardığım kollarımla beraber yanaklarımı şişirdim. Doğru mu söylüyordu? Geçen de yardım etmek istediğini söylemişti ancak... Hayır, dur biraz. Ödevime gerçekten yardımcı olmuştu. Son yaşadığımız şeyleri es geçersem belki de ona bir şans tanımalıydım.
Kahvenin üzerine dökülmesiyle yaptığım hareket, bacaklarını ayırıp şişliğini gözlerimin önüne serip hırıltıyla daha da bastır demesi, elimi oraya sürtmem ve leke çıkmayınca daha da hızlanmam... Yanaklarımın domates misali olması ve hayattan nefret ettiğim an.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
the shy boy // jaeyong
FanfictionJung Jaehyun sevgilisinin en yakın arkadaşını tahrik etmeyi hatta ona izinsiz dokunmaya bayılırdı. Lee Taeyong ise ondan kaçmaya çalışır ancak günün sonunda istemsizce ona doğru çekilirken bulurdu kendini. ➖ fem!ty ➖ çoğunlukla smut [m] içerir. #1...