2.0 tepetaklak(final)

6.8K 533 110
                                    







babamla sekiz yıldır konuşmuyoruz. bir bebeğim olduğunu öğrendiği andan sonra benimle iletişimi tamamen kesti. bana konuşmam için tek şans bile tanımadı. öğrenince yaygarayı koparır sanmıştım. itiraf etmem gerekirse bunu ummuştum. benim için içinde hiçbir duygu barındırmıyor olsa gerek, tek kelime etmeden tamamen sildi beni. bana dair beslediği umutları ve hayalleri yerle bir etmiştim. sahip olmak istediği evlat ben değildim. hiçbir zaman da olamamıştım zaten. bu yüzden derin bir nefes aldım ve nefesimle birlikte içime oturan, beni dibe çeken her şeyi dışarı üfledim. ondan vazgeçmeye karar verdim.

jungkook'a gelirsek onunla iki sene önce, yazın evlendik. üniversiteden, sınavlardan, hayatın iniş ve çıkışlarından ancak zaman bula bilmiştik. yoksa daha erken evlenirdik. gösterişli bir düğün değildi. ormanın içinde, nehrin yakınlığındaki küçük bir açıklıkta saat on iki gibi yeminlerimizi ettik. jungkook, bana hala ilk âşık olduğumuz zamanki kadar taze bir aşkla bakıyordu. ancak artık o darmadağın, kafası karışık, toy jungkook değildi. vücudu eskisinden daha yapılıydı. yüz hatları keskinleşmiş, bakışları derinleşmiş ve asla ikinci kez düşünmeden sırtımı yaslayabileceğim biri haline gelmişti. o gün giydiği beyaz gömleğin belli ettiği vücut hatları yüzünden neredeyse yeminimi bile unutur hale gelmiştim.

.

soobin'le aramız hiç olmadığı kadar iyi. jungkook'un aynısı. gözleri ışıl ışıl parlıyor. parlak ve gür siyah saçlarını kesmeme asla izin vermiyor. sanırım jungkook'a özeniyor, babasına bakarken yüzündeki hayranlığı göre biliyorum. ancak benle daha yakın olduğunu söylemeliyim.ona başara bildiğim kadar fazla zaman ayırmaya çalışıyorum. söylediklerini özenle dinliyor, yanında olduğumu hissettirmeye çalışıyor, konuşmak istemediği zamanlarda ise sıkıca sarılıyoruz.


kızımız jae hwa daha üç yaşında. üniversiteyi bitirdikten sonra jungkook'la kutlama amaçlı sevişmemizden dokuz ay sonra doğdu. doğdu andan birlikte uyuyoruz. üçümüz. uzun bir süre de yatağımızı terk edecek gibi de görünmüyor. bundan şikayetçi değilim tabi. bebek kokusunu solumayı ve kahverengi saçlarını okşamayı seviyorum. ancak jungkook bundan biraz şikayetçi gibi. olur olmadık yerlerde beni öpüp, sabahları banyoda sıkıştırıyor. özlemi biraz daha büyürse sanırım üçüncü çocuk için daha büyük bir ev bakmaya başlamamız gerekecek.

bugün doğum günüm. tam otuz yaşıma basıyorum. kulağa korkunç geliyor. yirmili yaşlarımın başlarında düşlediğim noktada değilim. ne babama kendimi ispatlaya bildim ne de hayatımın kontrölünü elime almayı başardım. daha otuzumdan gün bile almamışken iki çocuğa, geceleri kapıyı tırmalayıp duran gri, huysuz bir kediye ve tekrar ergenliğine geri dönmüş bir eşe sahibim.  ancak hayatımın bu halini seviyorum. 

"taehyung, iyi ki doğdun, sevgilim," tenimde dolaşan dudaklar gözlerimi daha fazla kapalı tutmama olanak sağlamıyor. gözlerimi açınca jungkook'un yüzü karşılıyor beni. yüzünde haylaz bir gülümseme var, üstünde ise sadece eşofman altı. erkeksi hatları iç geçirmeme neden oluyor. dudaklarının dudaklarımla buluşması çok uzun sürmüyor. söylemiştim ya hani her bulduğu fırsatta beni öpmekten kaçınmıyor. işi fazla ileri götüremiyoruz. kapı aniden açılıyor ve soobin ve jae yatağa atlıyor. jungkook, elinden oyuncağı alınmış bir bebek gibi mızmızlanıyor.

"sanırım onları iyi yetiştiremedik, özel alana hiç saygıları yok," soobin bana sarılırken jea babasının omuzlarına gelen saçlarını çekiştiriyor.

"seni küçük yaramaz! şimdi görürsün sen." hayatımdan memnunum. tek bir kuşku duymadan söyleye bilirim ki mutluyum. her şey yolunda gitmiyor. hele plana göre asla gitmiyor. çok fazla eksiğimiz, iyileştirmemiz gereken daha çok yaramız var. ancak mutluyuz. bunu ikimizin de gözlerinden anlaya bilirsiniz.

eskisinden daha fazla arkadaşım var. başkalarının gölgelerinde saklanmayı bıraktım. yanlarında rahat ve kendimmiş gibi hissettiğim insanlar var çevremde. onlara değer veriyorum ve bana değer verdiklerini görebiliyorum.

fark etmediğim daha çok şeyi fark ediyorum. üzerime çiseleyen yağmur ferah hissettiriyor ve tenimde dolaşan güneş içimi mutlulukla dolduruyor. başkalarını mutluluk anlayışı ile benimkinin aynı olmadığını anladığım andan itibaren daha hafifim. babamı mutlu edemediğim için artık kalbimde o yükü hissetmiyorum. babam mutlu olmamı değil, onun istediği şekilde mutlu olmamı istiyordu. bu yüzden kendimi sorumlu hissetmiyorum daha fazla.

yıllar bir birinin üzerine eklenince doğum günü pastasının süsü de aynı oranda azalıyor. pastamı jungkook yaptı. çok sevsem de jae'nin alerjisi olduğu için çikolatalı yapmaktan vazgeçtik. saat beş gibi kestik. en yakın 5-6 arkadaşımız partideydi. 9a karşı çocukların uyku
saati geldiği için dağıldık. içki içmeden ve ortalığı dağıtmadan ilerleyen partileri daha fazla sevdiğime karar vermiştim. çünkü geride daha az hasar ve daha fazla anı bırakıyordu.

"lütfen, çocuklar uyumuşken." dedi jungkook beni kolumdan çekiştirirken. "seni çok özledim," gülerek beni sürüklemesine sadece izin verdim. beni özlediğini biliyorum, ben de onu özlüyorum. ancak bu yakıcı ve acıtan bir his değil. daha çok tatlı bir sızı.

dudakları nazikçe boynumda dolanıyor. bu sırada parmakları gömleğimin düğmelerini açmakla meşgul. benim de ellerim boş durmuyor tabi. belirgin kaslarında oyalanıyorlar.
"kokun bunca yıl sonra beni nasıl hala deli edebilir?"
o anda kapı çalıyor. jungkook duymuyor bile.
"jungkook kapı, dur,"
"ne? boş ver çalar çalar gider,"
"jungkook, hadi, saçmalama. önemli olabilir."
"tanrı benden nefret ediyor."
"hadi bekle burda hemen halledip geliyorum."

düğmelerimi olduğu gibi geri ilikliyorum. saçlarımı düzeltip, jungkook'un yüzüme bulaşmış salyasını gömleğimin koluna siliyorum. biraz toparlandığıma karar verince kim olduğu bile kontrol etmeden kapıyı açıyorum. aklım jungkook'da, tatlı bit telaş halindeydim. onu daha fazla bekletmek istemiyorum çünkü.

ancak gördüğüm kişi ile yerimde dönüp kalıyorum. gelmesini beklediğim en son kişi bile değil.
gözlerim doluyor. 8 yıl önceki son görüşmemizdeki gibi değil. yorgun ve üzgün görünüyor. kaşlarının arasında derinlemesine iki çizgi var. teni daha bir solgun. gözüme küçülmüş görünüyor. ellerinde beyaz bir kurdeleyle bağlanmış küçük bir kutuyla öylece dikiliyor.
"baba?" diyorum istemsizce. kelime bana yabancı geliyor. dudaklarımda eğreti duruyor.
"taehyung," diyor. sesi pürüzlü. belli ki eskisinden daha fazla sigara içiyor.
gözlerine bakıyorum ve niçin burda olduğunu biliyorum. söylemesine gerek bile yok. affediyorum onu.
"ellerimizden kayıp giden bunca yıl için-ben-" ne diyeceğini bilemiyor. konuşmak her zaman onun için en zoru oldu.
"içeri geçmek ister misin? pastamın birazı hala dolapta." içtenlikle gülümsüyorum. yaşlar da durmuyor tabi süzülüyor yanaklarımdan ama ben gülmeye devam ediyorum. geçmesi için kapıyı aralayıp geri çekiliyorum. ayakkabılarını çıkarıp içeri geçiyor. traş losyonu ve sigara kokusu burnuma doluyor. burda olduğuna inanamıyorum. kalbim küçük bir çocuk gibi heyecanla çarpıyor. hayat plana uygun olmayan ve asla tahmin edemeyeceğim şekilde ilerliyor. her şey tepetaklak... ancak bu halini seviyorum.





son








daria
23.12.21

flipped | taekook mpreg✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin