rainy season

132 16 129
                                    

Sehun kendine geldiğinde bulunduğu yerin karanlığı gözlerini acıtmıştı. Hiçbir şey göremiyor, duyamıyor ya da hissedemiyor gibiydi. Başında çok ufak bir sızı vardı lakin önemli olan bu değildi. Yerde uzandığını fark etmesi uzun sürmedi. Elleriyle sert zemine dokunup ayağa kalkmaya çalıştı. Tavanın yüksekliğini ve alanın darlığını göremediğinden temkinliydi.

Ayağa kalktığında rahatça hareket edebileceğini az çok anlamıştı ki etrafta dokunabileceği bir şey aradı. Işık düğmesi, bir masa ya da herhangi bir şey. Körü körüne kaç dakika dolandığını bilmiyordu, ışıksızlığa gözleri alışsa da hiçbir şey görmüyordu. Boş bir odada olduğunu anladığında derin bir nefes aldı ki aniden gözlerini kör edecek derece yoğun bir ışık kapladı etrafı. Beyazın en saf tonlarından biriydi.

Sıkıca yumduğu göz kapaklarını ilk önce normal hallerine getirdi, ardından yavaşça aramalaya başladığında gördüğü manzara aklında canlanandan çok farklıydı. Arkasında kalan beyaz oda iki-üç adım kadar sonra bitiyor ve güneşin yüzünü gösterdiği bir nehir kenarına açılıyordu. Yeşilliğin bol oldu bu orman öylesine güzeldi ki Sehun buranın dünyada var olamayacağını anlamıştı. El değmemişti çünkü.

Yavaşça ilerleyip pek de sık olmayan ağaçların arasından geçti. Kulağına dolan kuş sesleriyle gönlü adeta burada uyanmak istemiş de gelmiş gibi hissediyordu. Nehirin şırıltısa karışan bu ninniler ruhuna huzur veriyordu. Kuru toprağın üzerinde rugan ayakkabılarıyla yürümenin keyfine hiç varmamıştı. Önüne çıkan birkaç dalı nazikçe çekiyor ya da altlarından geçiyordu zaten nehir o kadar da uzak değildi. Pembe, mavi ve sarı çiçeklerin kapladığı yerlere basmamak adına özenle çaba gösteriyordu.

En sonunda nehre ulaştığında etrafındaki irili ufaklı kayalıkları ve bunlardan birine yarı çıplak biçimde uzanmış Luhan'ı gördü. Gözleri kapalıydı ve sırtı kayayla birleşmişti. Parıldayan beyaz tenine bakarak iç geçirdi Sehun. Onun bu güzelliği karşısında etkilenmemek öylesine zordu ki neden burada olduklarını dahi sorgulayamayacak hale gelmişti.

Ancak Luhan onun varlığını hissetmiş gibi aniden gözlerini açıp sırtını yavaşça kayadan kaldırdı ve oturur pozisyonda ona baktı. Yüzünde ışıl ışıl parlayan bir gülümseme vardı. Belki de ortamın sakinliğindendir diye düşünmüştü melek, onun bu mutluluğu. İblisin gülüşünü değil hep sırıtışını görmüş biri olarak ne olduğuna dair düzgün bir fikir üretemiyordu.

"Sehun! Gel, hemen yanıma gel."

Onun bu neşeli çağırışı yüreğinden büyük bir ağırlık almış gibiydi. Sanki sevgilisiyle buluşuyormuşçasına hevesle gitti yanına. Kayalığına oturdu Luhan'ın ve yüzüne merakla baktı. Nerede olduklarını, neden burada olduklarını öğrenmek istiyordu. Ayrıca iblisin yüzündeki mutluluğun kaynağı neydi?

"Burası benim gizli bahçem. Her iblisin olmaz, hatta benim dışımda çok azının var. Burası bana iş yerimiz tarafından verildi. Bininci insanı cehennemle buluşturduğumda verilmişti. E tabi şimdi o sayıyı epey katladım. O nedenle istediğim birçok şeyi daha getirdim buraya."

Öylesine heyecanla anlatıyordu ki burayı birçok insanın cezalandırılmasına karşın almış gibi değildi. O kötülüğü soluyup yerine çiçek açtırmıştı.

"Mesela daha önce nehir yoktu. Düşün! O kadar büyük bir şey yapabildim. Ya da daha az ağaç vardı, toprak pek kuraktı yalnızca çimen bitiyordu. Şimdiyse burası cennetten bir köşe. Güneş benim üzerime doğuyor adeta."

Etrafa sevinç dolu bakışlarını atıp her şeyden sevgiyle bahsedişine hayret etmişti Sehun. Bir iblisin böylesine saf duygular besleyebileceği aklına gelmezdi. Onunla beraber bu heyecana katılmak istese de hem neden burada olduklarını hem de aralarındaki düşmanlığa ne olduğunu merak ediyordu.

pygmalion // kjiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin