Jongin onu çağıran meleğin peşinden giderken arkasında bıraktığı sevdiğini düşünmeden edemiyordu. Süresinin dolduğu söylenmişti ancak sevgilisini bırakmak gibi bir niyeti yoktu. İkisine ne olacağına dair birçok konuşma yapmışlardı, kahve saçlı oğlan birçok kez kendisinin burada kalmaya devam edeceğinden emin olduğunu söylemişti. Jongin ise onu asla terk etmeyeceğini...
Durumların beklenmedik bir yönde ilerleyeceğini hiç düşünmemişti. Kaşları çatılmıştı istemsizce. Önden giden meleğin kendisini görememesi büyük bir şanstı. Üzüntüsünün belli olmasını istemiyordu. Yine de kendi boylarında olan bu adama karşı bir yakınlık hissetmişti. İyi birine benziyordu. Sonuçta melekti değil mi?
Kendisine yardımcı olabilirdi, sevdiğini yanında götürmesine yardım edebilirdi ya da belki kalmasına.
Yürümenin sonsuz olduğu yolda Jongin'in dikkatini değişen renkler ve eşyalar çekmeye başlamıştı. Artık mavi koridorlarda değil, etrafta resimlerin asılı olduğu gri koridorlarda yürüyorlardı. Genellikle barok tarzını taşıyordu ortam. Araf'ın bir stili olacağını hiç düşünmemişti. Düzensizdi lakin incilerle doluydu.
Göz dolduruyordu koridorların mimarisi. Sonundaki kapının yuvarlak hatları, üst taraflara işlenmiş melek motifleri ve altlara indikçe artan şeytanlar sembolik olduğu kadar gerçekçiydi de. Kapı kolu el uzatan bir melekti. Altın rengine sahip bu kolun ucunun nereye uzandığını merak ediyordu Jongin. Kimin koluydu?
Ne yazık ki çizgileri takip edecek vakti yoktu. Önündeki melek kapıyı açıp içeri girmişti. İçeriden yayılan sarı ışık kapıyı geçmeden bir şey görmeyi imkansız kılıyordu. Jongin içeri doğru attı adımlarını. Üç kişiyi görmüştü masanın başında oturan. Üçü de kendisini bekliyordu. Bunu anında ayağa kalkmalarından anlayabilmişti.
Birinin yüzünde sırıtış varken diğer ikisi endişeli bir ifadeyi paylaşıyordu. Neler olduğuna karşı merakı daha da artıyordu çikolata tenlinin. Her biri takım elbise giymiş farklı renklerde. Göz kamaştırıyorlardı. O an onu odaya getiren meleğin de takım elbise giydiği gözüne çarptı. Gerilmeye başlamıştı. Neler dönüyordu burada?
"Jongin, otur lütfen." Mor takım elbiseli olan elini önlerinde kalan tek boş sandalyeye doğru uzatıp çağırdı kendisini. Her ne kadar kaçıp gitmek istese de oturmuştu. Şüpheyle etrafını süzüp merakla beklemeye başladı diyeceklerini.
"Evet genç adam, bugün seninle hayatının devamını konuşacağız. Sonunda devam ettireceğin kısmını yani." Mor olan devam ediyordu söze. Yetkili kişinin o olduğunu düşündü bir anda Jongin. Belki de tüm görevi ona yıkmışlardı.
"Bir kural mı var?"
Güldü kırmızı takım elbiseli olan. Jongin ilk defa ona vermişti dikkatini. Diğerlerinden farklı bir oturuşu, duruşu vardı. Ayaklarını masaya uzatmış, kollarını göğsünde birleştirmiş sanki oyun oynuyorlarmış gibi eğlenen bir ifade takınmıştı yüzüne. "Hem de ne kural! Küçük Jongin için biraz ağır bir kural hatta."
"Ne demek istiyorsunuz anlamıyorum!" Kafası patlamak üzereydi küçüğün. Şimdi de dalga geçiyorlardı onla.
Kırmızı takım elbiseli adam yavaşça ayağa kalktı. Jongin'e doğru adım atarken yüzündeki gülümseme yavaşça siliniyordu. Diğerleri çekinir biçimde onu izliyordu. Neden müdahale etmediklerini merak ederek diğerinin gelişini bekledi. Böylesine güzel bir yüz için fazlasıyla kin dolu bakıyordu. Bunu hak edecek ne yaptığını sorguladı.
"Kim Jongin, kader seni öyle çok seviyor ki ruh eşini çıkardı karşına tam da cehennemin en dibini boylayacakken. Ne sen ölmüştün ne de o. Bu yüzden mutlu bir tatil yaptınız burada. Lakin bu tatlı günleriniz sona erdi. Eve dönüyorsun, şanslısın ki o da dönüyor. Fakat kaderin seni sevmesi umurumda değil. Bil ki onu tekrar bulamaman için elimden geleni ardıma koymayacağım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pygmalion // kji
FanfictionBir aşk gerçekten de yoktan var edebilir mi birini? Pygmailon'un aşkı mıydı sevdiğini gerçek yapan? Bunun Jongin'le ne ilgisi var? Watty's Yarı Finalisti!