Jongin gözlerini açtığında kendini mavi bir duvarla karşı karşıya bulmuştu. Belini doğrulttuğunda o mavi duvara yattığını, hatta her yerin bu mavi duvarla kaplı olduğunu görmüştü. Ölüp de cennete mi cehenneme mi düştüğünü anlayamamıştı lakin henüz bir ateş basmadığına göre yanmıyordu. Yine de cennette olduğunu da söyleyemezdi. Etrafta buna dair en ufak bir işaret görmüyordu. Yalnızca maviydi.
Ayağa kalkıp yürümeye başladı. Uzakta bir yerlerde, birisi var gibiydi. Oturuyor ve elindeki kitabı okuyordu. Yanlış görmüyorsa Tolstoy'du parmaklarının arasındaki isim. Evet, cehennemde değildi. Yanına yaklaştı konuşabilmek için. O da çekikti, Korelilere benziyordu. Jongin azıcık ingilizce dışında hiçbir dile hakim olmadığından dileği yanına yürüdüğü kişinin Koreli olması ya da en azından Korece bilmesiydi.
"Merhaba?" Seslendi ona. Diğerinin düz suratı kendisine döndüğünde bir umut yeşermişti.
"Merhaba."
Jongin az kalsın çığlık atacaktı mutluluktan. Fazlasıyla rahatlamıştı. Oturduğu bankın sağ tarafına geçti. Üzerinde Seul belediyesi yazan bankların tersine tamamen açık maviye boyanmış bir banktı bu. Konforluydu, tahtadan değildi. Jongin geriye yaslanıp diğerinin okuduğu sayfaya göz ucuyla baktı.
"Buranın neresi olduğunu bilmiyorsun değil mi?"
Genç adam yüzünü kitaptan kaldırmadan konuştu. O an Jongin belki de fazla çabuk rahatladığını düşündü. Başını iki yana salladı. İçinden bir his diğerinin bunu göreceğini ya da bileceğini düşünüyordu.
"Burası Araf. Ölüm ve yaşamın arası. Cennet ve cehennemin arası."
Jongin oturduğu yerde doğrulup diğerine doğru eğildi. Sonunda adamın gerçekten dikkatini çekebilmişti. Çünkü yüzündeki şaşkınlık diğerini güldürmüştü. Komik gözükmek umurunda değildi. Daha fazlasına ihtiyacı vardı. Gerçek bir açıklamaya.
"Ölmedin. Ben de ölmedim. Henüz değil en azından. Bu nedenle bizi ne cennete gönderebiliyor ne de cehenneme. Önceki günahlarımız sonraki iyiliklerimizden az da olabilir, fazla da. İşlediğimiz sevaplar ileride azalabilir de çoğalabilir de. Bizi haksız yere yargılamak ya da ödüllendirmekten öyle çok korkuyorlar ki bizi burada tutuyorlar." Acı acı gülümsedi genç adam. Jongin içinden onun güzel bir gülümsemesi olduğunu düşünmeden edemedi, her ne kadar üzerine hüzün damlaları düşmüş olsa da.
"Sen ne kadar zamandır buradasın?"
"En az on kişinin önümden geçip gidişini görene kadar. Bazıları öbür tarafa geçti. Ölümü kabullenip geçtikleri için daha sakindiler, daha huzurluydular. Bütün yüklerini burada atmışlardı. Bazıları ise evlerine geri döndü. Onlar ise ölümü gördükleri için farklı bakıyorlardı hayata artık. Çoğu şeyi değiştireceklerini, daha güzel yaşayacaklarını söylediler. Hiçbirinin sonu ne oldu bilmiyorum."
Anlattıklarını düşündü Jongin. Fakat gelip giden insanları değil de bu sırada yanındaki adamın nasıl vakit geçirdiğini, üzülüp hayal kırıklığına mı uğradığını düşündü. Çok mu beklemişti? Eve mi dönmek istiyordu yoksa artık ölmek mi istiyordu? Mutlu olmuş muydu arkadaşlarının cenette gittiğini gördüğünde? Ne kadar üzülmüştü cehennem yolcusu olanlara?
"Ne yaptın o süre boyunca?"
Omuz silkip kitabına döndü. "Ne yapabilirdim ki? Gelip geçtiler rüzgar gibi. Ben de vaktimi geçirdim onlarla. Hiçbirinin kalıcı olacağını düşünmemiştim lakin kendimin de bu kadar uzun süre kalacağını öngöremedim..."
Jongin yerinden kalkıp diğer adamın elindeki kitabı aldı ve az önce oturduğu yere koydu. Onu da ellerinden tutup ayağa kaldırdı. Diğeri şaşırmış gözüküyordu. Bir yandan da onun ne yapacağını merak ettiğinden itiraz etmemişti. En sıcak gülümsemelerinden birini verdi Jongin ona. Umut doluydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
pygmalion // kji
FanfictionBir aşk gerçekten de yoktan var edebilir mi birini? Pygmailon'un aşkı mıydı sevdiğini gerçek yapan? Bunun Jongin'le ne ilgisi var? Watty's Yarı Finalisti!