Hatalarım varsa affola! Keyifli okumalar.
Gece fiyaskoyla sonuçlanan kaçma girişiminin ardından odasına koşup yatağa atmıştı kendini. O adamın bir kez daha karşısına çıkması onu çok sinirlendirmişti. Bir süre yastıkları yumruklayıp öfkesinin soğumasını beklese de nafileydi. Karanlığın içinde oturup bir süre ağladı. Kalbi öyle acıyordu ki… Ne yapacaktı? Nasıl gidecekti bu evden?
Sarı kafanın dokunduğu yanağına götürdü elini. Tüy gibi dokundurduğu parmaklarını hissetmişti. Kararsız parmaklarının ona dokunmaya çekindiğini, yüzündeki morluğun acısını kendi acısı gibi gördüğüne ve bir kez daha acıtmaktan çekindiğini hissetmişti. O karanlığın içinde bile anlayışlı bakışlarını görmüştü. Neden öyle bakmıştı ki yeniden? Madem ona gerçekten üzülmüştü neden gitmesine izin vermemişti ki? Sıkıntıyla soludu Onur. Sarı kafanın davranışlarına isim verecek durumda değildi.
Saatler sonra iyice sessizleşti. Ağlamaktan şişen gözlerini her kırptığında batıyordu. Telefonunun kilidini açarak saate baktı. Sabaha doğru dörttü. Herkes şu an en derin uykusundaydı. Bu büyük evin ve civardaki tüm sesler kesilmişken bir tek Onur uyuyamamıştı. Sessizlik… Evet ihtiyacı olan buydu. Herkes kendi iç dünyasına gömülmüşken yeniden şansını deneyebilirdi. Belki sarı kafa da gitmiş olabilirdi. İkinci kez ona engel olmaya çalışsa bile bu kez silahı kullanmaktan çekinmeyecekti.
Yeni bir umutla daha kalktı yataktan. Silahı yastığın altından çıkarıp beline koydu ve ceketiyle kapattı. Balkon kapısını açıp henüz daha aydınlanmayan gökyüzüne baktı. Başarmak zorundaydı. Evi gibi görmediği sıcaklığını hissetmediği bu yerde ne yapacaktı ki? Gözlerini kapayıp derin bir nefes aldı. İkinci denemesi için şans dileri Allah’tan.
Adımlarına dikkat ederek sessizce çatıdan ilerleyip ağaca tutundu. Adımlarına dikkat ederek dallar boyunca yol aldı. Çimlere yavaşça inip yere çömeldi ve etrafına bakındı. Kapıda kimse yoktu. Belli ki sabahın bir körü korumaların da içi geçmişti.
İçi titredi bir an. Kaçacak olmanın verdiği adrenalin mi yoksa yüzünü yalan rüzgardan mı emin olamadı Onur. Bahçe duvarına doğru ilerleyip kafasını kaldırdı. Oldukça yüksekti. Gece tırmanma şansı bulamamıştı ama bu kez olur gibi geliyordu gözüne.
Eliyle kuru dallardan birine asıldı çıkan hışırtıya aldırmadan. Sağlamlığını test etti ve dudak büktü. Sağlam olan birkaç dala basarsa duvarın üzerine çıkabilirdi. Düşme riskine aldırmadan tırmanmaya başladı. Ayağıyla birkaç dalın kırılganlığını önce test edip sonra üstüne çıkarak yol aldı. Nihayet duvarın üstünde at biner gibi oturduğunda nefes nefeseydi. Sadece duvarın diğer tarafına geçip esaretine son vermesi kalmıştı. Elinin tersiyle alnındaki teri sildi.
“Vazgeçmeyeceksin değil mi?”
Kafasını eğip aşağıda dikilen adama baktı. Sarı kafa karşısına her çıktığında yaşadığı öfkeyi göle atılan taşın suyu bulandırması gibi hissediyordu. Dalga dalga büyüyordu.
“Anlaşılan sen de öyle.” Dedi tıslayarak.
“İşim bu!”
Onur adamın dediklerini duymazdan gelerek konuşmaya devam etti. “Senden kurtulamayacak mıyım ben? Her an karşıma çıkmak zorunda mısın? Uykun yok mu senin ya? Gidip uyusana be adam! Bir rahat bırakmadın!”
Doğan çarpık bir gülümsemeyle kıza bakmayı sürdürdü. “ Küçük bir kız çocuğu gibisin.”
“Sanane!”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fedai
General Fiction"Ne söylesem tarifin eksik kalıyor.Oysa; kalbi acıtan her ne varsa Sen hepsinden birazsın işte..."-Muhsin Ünlü