4.0

539 76 26
                                    

ölmemin şerefine 🍷

Tam tamına 3 hafta. Jeon Jung Kook'un hayatımdan çıkmasının ardından, tam tamına 3 hafta geçmişti. Ardında hiçbir şey bırakmadan kaybolmuştu. Okulunu, numarasını, hatta yaşadığı şehri bile değiştirmişti. Onun burada olmadığını, 1 hafta boyunca beklememin ardından onu göremeyince, Bay Jeon'a sorup öğrenmiştim. Çok sığ bir cevabı, yüzüme yapıştırmıştı. "Gitti." Gitmişti. Beni öylece bırakıp gitmişti. Ne zaman dönecekti? Ya da, dönecek miydi?

Dönmeliydi.

Onsuz geçen her bir günüm, zehir gibi geçiyordu. Hangi sokağa, hangi duvara, hangi yere baksam, gözlerimin önünde kalbime binlerce iğne batıran o güzel yüzün sahibini görüyordum. Onu, çok özlemiştim. Her ne yaparsa yapsın, onu özlemeden geçen 1 saniyem bile yoktu. Ona ulaşmak, onu bulmak istiyordum ancak, elimde hiçbir ipucu yoktu. Kaybolmuştu.

Bulunmak istiyor muydu?

Günlerce kafamın içinde dönüp duran soru buydu. O istemese bile onun peşinden gidecek kadar bencil bir karakterdim. Fakat, bu sefer istesem de bencil olamıyordum. İstesem de, kafamın dikine gidemiyordum. Jung Kook'un elindeki tek seçenek bu değildi. Gitmeseydi, halledebilirdik. Beni bırakıp giden, ardında yarım bir veda bırakan oyken, neden onu hala özlüyordum?

Aklımda çakan şimşeklerle, kendime gelmiş olmalıydım ki, başımı yasladığım metro direğinden kafamı kaldırdım. O beni, kafamdaki soru işaretleriyle bırakıp gitmişken, bu bencilliği yapabilmişken; benim de sorularıma cevap arama bencilliğini yapmaya hakkım vardı. Yarım kalan bir hikayeyi tamamlamaya ihtiyacım vardı.

Artık, bana aşık olması için çabalamayacaktım bile. Sadece, hikayemin noktasını bulacak ve hayatıma devam edecektim.

İlk durakta metrodan atlayıp hızlı adımlarla ezberlediğim yolu izlerken, saate baktım. 21.16. Evinde olmalıydı. Adımlarım, her bir adımda koşmaya dönerken, nefeslenmeyi bile unutmuş gibiydim. İçimde yükselen bir ateş vardı ve ben, bu ateşi söndürmek için koşuyordum. Koştum, koştum, koştum... sanki her nefes alışımda, başladığım noktaya geri dönüyordum. Bir türlü varmak istediğim noktaya varamıyordum.

Ne kadar vakit geçtiğini görmek için telefonumun ekranını açarken, saate tekrar baktım. 21.44. Yaklaşmıştım. En fazla 5 dakika içinde, orada olacaktım. Şu an tek umduğum şey, zile bastığımda bana kapıyı açacak birisi olmasıydı. Şimdi cevaplarımı almalıydım. Başka bir zamanda değil, şimdi. Şimdi neler olduğunu öğrenmeliydim.

Görüş açıma giren evi gördüğümde, koşmayı bıraktım ve nefeslendim. Tanrım, ölüyor gibiydim. Kalp atışlarımda elektrik geziniyor gibiydi. Avucumu kalbime bastırdım ve hafifçe nefes almaya başladım. Birkaç dakikanın ardından nefeslerim bir nebze düzene girdiğinde, sabırsızca kapıya doğru yürüdüm. Cesaretimin haddi hesabı yoktu. İçimde, azıcık bir tedirginlik bile yoktu. Beni Jung Kook'a götürecek en ufak ipucu için bile, tedirginliğimi kenara atabilirdim.

Kapının ziline bastım ve bekledim. Heyecan tüm vücudumu sarmalıyordu. Saniyeler saat gibi geliyordu. Yumruk yaptığım ellerimden kan süzülecek raddeye gelmişti. Daha sonra, kapının ardından birkaç adım sesi duydum. Farkında olmasam da, nefeslerimi tutmuştum. Çok değil, yalnızca 1 saniye sonraysa, gözlerimle buluşan durgun gözlerle dudaklarımı araladım. Korkmanın sırası değildi.

"Merhaba, Bay Jeon."

Karşımdaki adam, hafif beyazlamış saçlarını eliyle karıştırırken, Jung Kook'a benzeyen yüzü, burnumun direğini sızlatmıştı. Ama, Jung Kook benzersizdi. Babası bile, ona yeteri kadar benzemiyordu. Yine de, ondan kalan bir parçayı görmek bile, gözlerimin önüne yüzünün serilmesine sebep oluyordu. "Merhaba?" Diye sordu, boynundaki kravatı sıkarken. Anlaşılan eve benden birkaç dakika önce gelmişti. "Sen oğlumun arkadaşı mıydın?" Sorduğu soruyla kısa süreli arıza versem de, kendime gelmemin ardından başımı salladım. "Evet. İçeri geçebilir miyim?" Beni davet etmek istemediğini biliyordum. Gözlerinden yorgunluğu okunuyordu. Fakat, pek de umurumda sayılmazdı.

Touches | JJK (DEVAM ETMEYECEK)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin