aşk kanlı bir oyundur

488 86 88
                                    

bölüm şarkısı;
Raleigh Ritchie - Bloodsport'15

Bedroom - Nostalgic feels

Kırık dökük bir kaç anı.

"Ve biz bir sevgi savaşında savaşıyoruz."

İnsanlar birbirlerini öldürüyor. Hiçbir sebep sunmadan, hiçbir cevap beklemeden, acımadan, acıtarak, masum mu değil mi anlamadan, düşünmeden, tek bir evetle ya da tek bir hayırla, sevmeden, severek, sevdiğini sanarak, çaresizlik içinde yardım dilediğini bile bile, umursamadan, umursadığını zannederken.

Bu dünyada en çok insan insanı öldürüyor. Bir insana en büyük kötülüğü de başka bir insan yapıyor. Hayvan bile dokunmayınca saldırmazken insan hiç beklenmedik bir zamanda saldırıya geçiyor. Ne zaman olacağını anlamıyorsun, neden olduğunu anlamıyorsun, geliyor ve seni birden toprağa gömüyor. Mesela seven de öldürüyor sevdiğini. Hiç öldürür mü seven sevdiğini diye düşünürdüm ben hep. Ama oluyormuş işte. Gidişler, ayrılıklar öldürüyormuş sevdiğini. Aşk kanlı bir oyundur demiş bir şarkıda ve bir sevgi savaşında savaşıyoruz.

Chanyeol'le o savaşı kazanıp kazanmadığımızı bilmiyordum. Bir şeyler olduğunu bildiğim halde bekliyordum. Karakolda. Tenimi söküp atmak istediğim dakikalar bir türlü geçmiyordu, bizi sorgulamak için beklememizi söylediler ve geçen dakikalar yıllar sürüyor gibiydi. Telefonlarımızı kontrol için aldıklarından kimseyi arayamıyordum da. İki bacağımı sürekli sallıyordum, tırnaklarımın kenarındaki etleri yiyordum ama ulaşamıyordum Chanyeol'e. Kyungsoo sakin olmamı, bir şey olmayacağını söylüyor beni rahatlatmaya çalışıyordu ama demirden yapılma duvarlarımı hiçbir sözcük delemiyordu. Üçümüzün de sorgulaması bittiğinde saat gece yarısına geliyordu, harap haldeydik. Önümüzde bir adam kalbine silah dayamış ve kendini öldürmüştü. Kimi insanlar da kendine yapardı en büyük kötülüğü.

Telefonlarımızı geri verdiklerinde ilk işim Chanyeol'ü aramak, göz yaşlarına boğulmamak için kendimi zor tutmak olmuştu. Chanyeol telefonu açtı. Chanyeol telefonu açtı ve o güzel sesiyle bana "Alo," dedi. Belki de hayatımda duyduğum en güzel alo buydu. Üzerime çöken rahatlama ve sevinç yüzünden bir yerlere tutunmaya çalıştım. "Tanrım, Chanyeol, sana bir şey oldu sandım, ödüm koptu."

Karakolun kapısına doğru yürüdüğümüzde büyükannem ve Jongdae bizi karşılamıştı. Büyükannem çok bitkin görünüyordu, yıllardır komşumuz, ihtiyar Chang Wan'ın ölümü ve üstelik yaptıkları onu çok kırmıştı. Buğulu gözlerindeki endişe ve hüzün pıtırcıklarından belliydi bu. Chanyeol'e bir şey anlatmadım, yüz yüze konuşmanın daha iyi olacağını düşündüm ve yarınki görüş gününe geleceğimi söyledim. Beni şimdiden özlediğini söyledi ve iyi geceler dileyip telefonu kapattı. Kesinlikle üzerimden ağır bir yük kalkmıştı. Kyungsoo ben sana demiştim bakışı atarken Junmyeon da omzuma kolunu atmıştı.

O gece büyükannemde kaldık, diğerlerinin aksine ben hiç uyuyamadım. Büyükannem de uyumamış olacak ki, gecenin köründe salonda oturan benim yanıma gelmişti. Birden ışıkları açmasıyla gözlerim kamaştığından söylensem de yarım dakika sonra alıştığından sustum. "Uyku tutmuyor biliyorum bebeğim ama uyuman lazım," dediğinde hiç aldırış etmedim.

Polar sabahlığının önünü açılmasın diye tutarken yanıma oturdu. "Bana anlatmadığın başka şeyler var değil mi?"

"Büyükanne," dedim omzuna başımı koyarak. "Limonlu kurabiye yapar mısın?"

"Chanyeol için," dedim sonra da. "Senin kurabiyelerini yemek çok istiyor."

Sorusuna yanıt vermeyeceğimi bildiğinden yavaşça ayağa kalktı ve "Hadi kalk," dedi. "Kurabiye yapalım."

Gömleğime karadutların bulaşmış || ChanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin