ay ışığının altında iki kişi, tek bir gölge

1.1K 153 40
                                    

bölüm şarkısı;
Sung Si-Kyung - Two People

Bazı zamanlar vardır, yeni düştüğünü sanırsın ama aslında çoktan düşmüşsündür. Yerde, kurtarılmayı bekliyorsundur o zamanlarda kimse sesini duymaz, ellerinden tutmaz. Yara bere olmuş dizlerine yara bandı yapıştırmaz. Yüzüne bile bakmaz. Sen sadece kendin kalkabilirsin o yerden, sadece kendin sarabilirsin yaralarını. Yaraların çok derin bile olsa kendin dikebilirsin onları. Cesaret verici sözlere gerek yok, yara bantlarına da gerek yok. Şayet kalktıysan bir kere o yerden, yüz kerede düşsen yeniden kalkarsın.

Benim de düşüşlerim, yuvarlanmalarım, tepetaklak olduğum zamanlarım var. Biri gelip elimi tutmadı ve tutacağını da sanmıyorum. Bu savaşı kim kazanır, sağ çıkar mıyım bilmiyorum elimde kaç tane silah var, silahların hepsini taşıyabilecek miyim onu da bilmiyorum. Peki kalkacak mıyım yerimden, onu hiç bilmiyorum. Ömrüm o düştüğüm yerden birinin beni kaldırmasını beklemekle geçecek. Afilli sözler söylemekle olmuyor, birinin seni o yerden kaldırmasını beklemekle geçiriyorsun tüm hayatını ama o biri hiç gelmiyor.

Belki de o biri, bazı insanların kendini bukalemun gibi saklayabildiğinden gelmiyordur. Bazı insanlar ne yaşadıklarını asla göstermez diyorum içimden. Belki de içinde kasırgalar kopuyor, depremler oluyor ama o bazı insanlar asla bunu belli edecek bir harekette bulunmuyor. Düşüşlerini, yara bere olmuş dizlerini, yüzündeki çizikleri saklıyorlar. Ben öyle saklayabilmeyi başarmış taraftan değilim ya da benim canım kankilerimin hepsi ne olup bittiğini cin gibi anlıyor.

"Saçlarını boyamamız lazım," dedi Jongdae. "Solmuşlar."

"İçim solmuş benim," dedim. Oturduğumuz koltukta kafamı geriye attım.

"Sularız, düzelirsin," dedi gülümseyerek.

Koyu kırmızı ve koyu mor karışımı bir şeydi saçlarımın rengi. Jongin bana domates diyordu. Domatesim gelmiş dediğinde gülümsüyor saçlarımdan öpüyordu. Saçlarım şimdi solmuştu, açık kırmızıydı sarıya doğru kısa bir yolu kalmıştı. Aklıma Park Chanyeol'ün saçlarımı ilk boyattığım gün söyledikleri geldi. Yüzlerce defa onunla yemeğe çıkmamı söylese de kabul etmiyordum. İnat biriydim kesinlikle. Ama saçım hakkında söylediği şey solumdaki şeytan Baekhyunu harekete geçirmişti.

Yine ders çıkışı hızlıca dolabıma doğru yürürken, aynı yerde birinin adımı seslenmesiyle durdum. Arkamı döndüğümde kıvır kıvır saçlarıyla bana gülümseyen bir Chanyeol vardı. Düz siyah bir tişört giyiyordu, boynunda da bir sürü zincirli kolye vardı fakat tişörtünün altına saklamayı seçmişti. Aramızda üç adım vardı. Bir, iki, üç.

"Karadut," dedi saçlarıma bakarak.

"Nesin sen de beyaz dut musun?"  dedim ben de. Elimdeki kitapları dolabıma koydum.

"Hayır ben beyaz gömleğim," dedi bana doğru yaklaşırken. "Benimle yemeğe çık."

Beyaz gömlek dedim içimden, beyaz gömleğim. "Chanyeol," dedim. "Neden seninle yemeğe çıkmamı istiyorsun?"

"Seni tanımak istiyorum," dedi. "Gerçekten."

"Ne zaman," dedim pes edermiş gibi.

"Pazar ertesi," dedi gülümseyerek. Göz kapaklarımı açıp kapattım.

"Pazartesi yani,"

Gömleğime karadutların bulaşmış || ChanbaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin