Ruhun Keşmekeşi

9 5 0
                                    

Hiç kendini kimsesiz, yalnız, unutulmuş hissettin mi? Kelimeler tükenmiş gibi. Hafif bir rüzgar esiyor, sağ yanağımdan okşuyor usulca doğa ana ağlama dercesine. Önümde bir çift var. Çimlerin üzerine oturmuşlar. Bahara karışıyor güzellikleri. Gözlerinin içine bakarak konuşuyorlar birbirleriyle. Çimlerin üzerinde olabilir bedenleri ama ruhları evlerinde. Ait oldukları yerdeler. Bir kadın geliyor sonra. Yanımdaki banka oturuyor. Tek yalnız sen değilsin dercesine. Bak bende yalnızlığımı dolaşmaya çıkardım diyor. Önündeki manzaraya bakıyor. Birlikte beklemeye başlıyoruz günün biricik sevgilisine kavuşmasını.

Boğazımda kocaman bir yumru. Ağlasam sesim mısra mısra duyulacak. Herkes dünyanın en mutsuz kadını ilan edecek. Kulağımdaki müzik, notalar, bu rüzgar, güneş, insanlar kendi içinde bir bütün. Tek mutsuz benim. Terk edilmiş gibi değil bu dünyayı çoktan terk etmiş gibiyim. Telefonum suskun. Çoktan gitmiş insanlar. Kimseye yara bandı olamayacak kadar toprağa karışmış ruhum. Oysa dün gece ahenkle sevişiyordu. Sahi ne oldu o kadına. Adam gitti, kadın bitti.

Bir savaşın ilk kurşunu atılalı çok olmuştu da sesi duyulmamıştı. Savaş şimdi başlıyordu. Yangın yeriydim şimdi. Yanmak. Usul usul yanmak. İnsan da yanar. Acı her yerdedir. Tüm hücrelerindedir yanmanın getirdiği değişim. İlk önce bağırarak haykırarak yanar insan sonra zehirlenmişçesine susar. Kül olur işte o suskunlukta. Topraktan küle değişim başlamış ve bitmiştir. Kül oldum ben çoktan. Bir avuç dolusu külüm artık.

Belki de asıl soru şu şimdi. Bu küller ne olacak? Gücün var mı yeniden var olmaya? Rüzgârda savrulup denize mi karışmak gerek yoksa? Sebebim var mı yaşamaya? Bir baba kız ve minik bir de köpek geçiyor önümden tören havasında. Mutlu aileler, şanslı çocuklar var. Düşmekten korkmayan küçük yürekler var az ileride.  Umut. Minik bir erkek çocuğunun ismi şimdi. Oysa çok fazlası benim için. Bir kitap ismi, sevdiğim insanla hayata tutunma sebebim. Umut. Ya tükenmeye başlamışsa?

Zeki Müren’ de bizi görecek mi? Denizden süzülen o kocaman gemi de el sallasam beni görür mü? Götür desem. Hiç bilmediğim, tanımadığım bir yere götür desem. Götürür mü? Gitsem bile şehir, ülke, gezegen değiştirsem bile mümkün mü kendimden kaçmak?

Peki ya küller? Şu yemyeşil çimlerde açan bir papatya olabilir miyim? Ya da gökyüzünde bir kuş olmak mümkün mü? Yaşamadan ölebilir mi insan? Ruhu ölmüş bir bedenin başkalarının hakkı olan nefesi içine çekmesi doğru mu?

Umut. Tükeniyor. Tükeniyorum. Açtım avuçlarımı rüzgara uçup gitmek hiç olmadığım kadar özgür olmak istiyorum.

Kendi mutsuzluğuma mahkum oldum. Suçum ise mutluluğumu çalmaktı belki de.

Neden? Neden bende herkes gibi değilim? Acizim. Ağlamak isteyip ağlayamayacak kadar. Bundan utanç duyacak kadar acizim ve güçsüzüm. Ünlü bir oyuncu olabilirdim belki; mutluluk üzerine oyunlar oynardım.

Esen rüzgar kendine gel diyor. Güneş biraz daha aceleci şimdi. Haklı. Zor sevdiğinden uzak kalmak. Tepenin ardına gizlenmek ve teslim olmak için acele ediyor.

Bir vapur geçiyor şimdi. İçinde nice hayatlar taşıyor. Var mıdır orada mutsuzluk ülkesinin kaçak yolcuları? İyi olacaksın diyorlar. Her şey iyi olacakmış. Peki o zaman bir vazo düşünün ve onu düşürün. Canı acıdı, kırıldı parça parça oldu. Umut etti yeniden var olmak için. Çabaladı, didindi, çırpındı. Topladı kırıklarını. Daha iyi mi oldu? Kırılmış halinden daha iyi oldu evet. Ama asla olduğu gibi değil artık. Bazı parçaları yanlış, eksik, eğri mesela. Bazıları kayıp…

Yanmış şehirler var. Ölüme inat yaşam var. Bir kedi geldi. Sessiz. Usul usul. O da en az benim kadar yalnız ve mutsuz belli ki. Üzgünüm küçüğüm diyor ruhum. Kimsenin yuvası olamaz bu evsiz. Sevemez kendini sevemeyen bir başkasını. Haykırışlarım var benim. Bitmeyen isyanlarım. En çokta kendime. Bundan içime içime ağlayışlarım.

Yanmış bir evden çıkan bir cesedim. Yani ruhum ve külleri bir masada şimdi. Simsiyah gözlüklerin ardına saklanmış bedenim canlı cenaze gibi. Müzik sustu. Saygı duruşunda her şey sanki. Bir tek rüzgarın sesi. Ağacın altında iki sevgili. Az ileride köpeğini gezdirmeye çıkmış bir aile. Biraz ötemde bir bankta tek başına bir adam. Belki o da kaybolmuştur kim bilir? Yanımdaki kadın kalkmış çoktan. Kelimelerin arasına karışmaktan yorulmuş olmalı. Ya da ocakta yemeği vardı.

Ocakta bir yemek. Bir ihtiyaç belirtisi. Belli ki umudu var gelecek günlerde yaşamaya dair. İhtiyacım yok hiçbir şeye. Gel, bile diyemiyorum kimseye. Kendimden başka kimseye ihtiyacım yok. Kaybolan kendimi bulmak için o boş koridorlarda kendimden başka kimseye ihtiyacım yok. Bana yeni bir ben lazım bundan daha mutlu, özgür ve güçlü. Güneş batmış ve ben arayışımın içinde, iç denizimde kaybolmuşum…

İçine ağlamak nedir biliyor musun? Tam yüreğin kabarır gözlerinden iki inci tanesi düşmeye hazırlanır. Sonra derin bir nefes alırsın. Gökyüzünü ciğerlerine doldurursan geçecek gibi gelir. Derin bir iç çekersin. Bu da geçer demektir. Ağlamasan da geçer. İki inci tanesi yere düşmeden öylece kurur gider. İçine  içine ağlarsın. Kasırgalar kopar. Soğuk rüzgarlar eser. Evler yıkılır. Çocuklar kimsesiz kalır. Haykırasın gelir ama içindeki çığlığı kimse öyle duymaz. Derin bir iç çekiştir tek duyulan. O kadar…

mezar taşımdaki dört mısraya bakarken ağlayışınaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin