10 : sick of this fuckin feelings

571 95 129
                                    


Şakaklarım patlıyordu âdeta. Uyandığımı fark ettim. Uyanmaz olaydım. Gözlerimi açtım. Açmaz olaydım.

Raisa yanımda yatıyordu. Zihnimdeki bulanıklık bir yığın soruyu beraberinde getirirken yerimden doğrulmaya çalıştım. Kafamı çevirip komodinin üzerindeki dijital saate baktım. 09:02
Ilk dersi kaçırmıştık bile. Ne harika.

"Raisa..." direğimle onu dürttüm. Yüz üstü yatmış kafasını yastığa gömmüştü. "Kalk geç kalmışız zaten. Kalk."

"Hmmm." Homurtular çıkardı itiraz eder gibi. Bir kez daha dürttüm hızla, bu defa irkildi. "Kalktık ya. Of. Kafam kazan gibi."

"Sen onu bana sor." Esnedim kocaman. Ağzım ayrılacakken oturur pozisyona gelip ayaklarımı aşağı sarkıttım. "Ne bok yedik biz dün ya..."

Ne bok yedin bilmem Vaera ama iyi bir bok yemişsin ki bu haldesin.

Komodinin üzerinde bir sigara vardı. Yarısı duruyordu, söndürülmüştü. Yerde şarap şişem devrilmiş yere dökülmüştü bir miktar, halı koyu kahve olduğu için renk belli değildi. Yatağın kenarında sırt çantam vardı. Fermuarı açık kalmıştı, toz paketini görebiliyordum. Dün uçmuş olduğumu ancak anımsayabildim oaketi görünce. Chenle'dan aldığım paketti bu. Zor zamanlar için saklamıştım sanki bir anda ortalıktan kaybolacağını bildiğim gibi. Sahi nerdeydi?

"Hasiktir. Bugün tatil günü. Yat yat geri yat." Raisa ayakta zorlukla dururken, üzerinde siyah sütyeni ve altında şortuyla; yorganın üzerine kendini geri attı.

"Ev senin anasını satayım. Ister yat ister kalk. Ben gidiyorum. Halı için kusura bakma bu arada. Dün geceyi çocukları getirerek mahvetmenize sayarsın. Onu unutmadım bak."

Yerimden kalkıp çantamı koluma takarak odadan çıktım. Koridorun sonundaki lavaboya girip elimi yüzümü yıkadım. Gözaltlarım yine ömre bedeldi her zamanki gibi. Ama eğer görünseydim sağlıklı, içimdekine zıt olurdum. Bir nevi içimdeki dışımı esir tutmuştu.

Kısa saçlarımı Raisa'nın tarağıyla düzeltip banyoyu terk ettim. Koridordan salona geçerken bir göz atmak için kafamı çevirdiğimde olduğum yerde kalakaldım. Salon dağınıktı ama Na Jaemin orada tekli koltukta bir şekilde oturmuş oldukça düzgün görünüyordu. Gözlerim irice açıldı onu rüyamda görmüşüm gibi hissedince. Rüya mıydı? Gerçek gibiydi.

Alnına dökülmüş siyah saçlarının izin verdiğince görünen gözlerini bana çevirdi, yeni uyanmış gibi görünen ufak gözleri beni inceliyordu. "Günaydın, erken uyanmışsın. Saat 12?" Kıkırdarken boynundaki çıkıntılı adem elması titriyordu.

"Sen buraya nasıl girdin?"

"Hiç gitmedim ki. Çocukları toparladım eve yolladım. Burayı da toplayacaktım ama yere içki dökülmüş temizlik şirketi falan aranmalı..."

"Neden buradasın?" Diye net bir tonda konuştuğumda kafam çatlamaya başlamıştı. Ensemden yükselen, şakaklarımda çoğalan aptal bir ağır peydah olmuştu.

Jaemin yerinden kalkıp elindeki telefonunu cebine attı. "Seni eve bırakmak için."

Yüzümü buruşturdum. "Ne alaka?"

"Dün gece dedin ya, beni eve götür Jaemin. Bunu somut olarak yapabilmem için seni eve götürmem gerek o kadar söz verdim. Bizde söz senettir bak." Serseri bir edayla ellerini ceplerine sokup bana bakarken beynim durmuştu.

"Dün gece..." diye mırıldandım. "...ben dedim bunu... sana dedim... beni eve... götür dedim?"

"Evet." Omuz silkip güldü. "Hadi gidelim güzelim."

We Fell In Love In October Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin