14 : what if everything is back to back

486 81 75
                                    

Aşağıda yemek masasındaki aile seslerini duymamak için büyük kulaklıklarımı taktım, sonuna kadar açtım sesini müziğin. Kucağımda ders notlarım, yatağımın içinde oturuyordum.

Kapı açılınca aşağıdan talep edinildiğimi anlamıştım. Gelen babamın karısıydı. Kulaklıklarımı çıkarırken kapıyı kapatıp bana yaklaştı, birkaç adım kala durdu. Ellerini birbirine kenetlemiş yüzünde gergin bir ifade vardı beni hep gördüğünde olduğu gibi. Ona iyi şeyler hatırlatmıyordum ne de olsa. "Biraz konuşalım mı?"

"Yemeğe gelmeyeceğim. Odama girmeni istemiyorum."

"Yemeğe gelmeni istemeyeceğim. Sadece konuşmak istiyorum."

"Git çocuklarınla, kocacığınla mutlu mutlu aile yemeği ye her zamankinden."

"Vaera..." yatağımın ucuna attığı bakışların ardından dayanamayıp karşıma oturduğunda yüzünde korkunç bir ifade vardı. "Senin hep kendini bizden uzaklaştırman, hep kendini kimsesiz görmen beni ne kadar üzüyor farkında mısın? Senin olmadığın masalarda yediğim yemekler geçmiyor boğazımdan, hep buruk hissediyorum. Neden beni dışlıyorsun kızım?"

"Bana kızım deme." Dedim hızla, sözlerinden dolayı durgunluğumdan kurtulamıyordum.

"Beni suçlu buluyorsun ama ikimiz de suçlu olmadığımı biliyoruz."

Kalbim hızlanmaya başladığında hissettiğim, eskileyen, içimde tutamadığım ve giderek artan öfkemle ne yapacağımı düşünüyordum. Derin bir nefes aldım. Artık boyumu aşıyordu öfkem.
Başa çıkarmıyordum.

"Çık odamdan."

"Vaera dinle beni. Daha fazla kaçmanı istemiyorum. Kabullen artık, lütfen uzaklaşma."

"Annem sizin yüzünüzden gittiğinde ben yemek yiyemeyecek kadar üzgündüm!" Göğsüm hızla inip kalktı ona hiddetle bakarken. "Her yemek masası görünce anksiyetem tetikleniyor, ben çocukken üzüntüden aç olduğumu hissedemiyordum. O zaman neden umursamıyordun? Şimdi gelmiş meraklı anne rolü kesiyorsun!"

"O zaman da umursuyordum. Ne demek umursamıyordum? Nasıl umursamam? Benim de çocuğum vardı, anlayabiliyordum. En azından empati kurabiliyordum Vaera. Sen o zaman ördün aramızda duvarları. Bizi suçladın. Ama öyle değil."

"Çocukken anlayamadım diye şimdi anlayamadığımı mı sanıyorsun?"

Ayağa kalktı anında. Gözleri dolu dolu parlıyordu. Ama yemezler. "Ben babanla eskiden beri tanışıyordum ama arkadaştık, iş arkadaşıydık. Anneni kaybettikten çok uzun zaman sonra yakınlaştık. Kafanda kurduklarına bağlanmışsın. Sadece içindeki o annesini kaybettiği zamanki küçük kız suçlayacak birini arıyor." Dedi, bana birkaç saniye daha düz bir ifadeyle baktı. "Ama en başından beri sana kucak açtım ben. Beni istemedin. Mark'ı tembihledim, öz kardeşin gibi bakacaksın ona dedim. Sen hepimizi uzaklaştırdın her seferinde Vaera. Hiçbir şeye bizim tarafımızdan bakmadın." Dönüp gitmeden, odamı terk etmeden önce benden bir cevap beklercesine bana baktığı sırada hiçbir tepki gösteremedim. Titrek bakışlarını çevirip önüne çıktı kapıyı hafifçe çarpıp.

Sonunda yalnız kaldığımda dizlerimi kendime çektim. Kalp atışlarım yavaşladı. Odamdaki karanlıkta kalakaldım. Ben hep kaldım. Göğüs kafesime sıkıştırdığım acıları öfke diye kustum. Hepsi de buyum sandı. Beni öfkeli sandı. Beni kinli sandı. Göremediler kırgınlıklarımı. Ben gösteremedim kırıklarımı.

Gözlerimi karanlıkta kapatırken annemin sesini, sözlerini anımsamaya çalıştım. Gün geçtikçe daha da uzaklaşıyordu sanki. Bana ne derdi annem? Şimdi burada olsa ne derdi? Beni kendimden kurtarabilirdi. Uzatmaktan nefret ettiğim saçlarımı kendi elleriyle tarardı, keşke olsaydı saçlarımda, gezinseydi parmak uçları.

We Fell In Love In October Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin