13 : you should get used to it

495 82 51
                                    

Çocukluk çok tuhaf bir olay. Yaşım ilerledikçe aklıma gelen eski anılar beni şaşırtıyor. Yani neden bir poşedin beni izlediğini düşünmüştüm ki? Ya da kapının altındaki boşluktan kötü ruhların içeri sızabileceğini veya yatarken yatağımda, açıkta kalırsa ayaklarım, hayaletlerin tutup beni aşağı çekeceğini neden düşünmüştüm?

Çocukluğumu güzel yapan Lily ve Raisa'nın arkadaşlığıydı. Çocukluğumu eksik yapan da babam ve karısıydı.

"Kahvaltı yapmayacak mısınız Vaera Hanım?"
Görevli kadın mutfakta ceplediğim kurabiyelere ters ters bakarken acele ediyordum.

"Bu saatte çıkmaya çalıştığıma göre sence?" Diye mırıldandım. "Ayrıca paranı ben ödemiyorum ne bu özen?" Dediğimde kadının duraksadığını fark edince kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Mavi ekran vermiş gibi görünüyordu.

Mutfağı terk edip portmantoda ayakkabılarımı geçirdim ayaklarıma böylece, kolumdan düşen çantamı düzelttim. Kimse uyanmadan, sabah uykunun tadını alamadan çıkıyordum yine işte. Gece uykusu alamadığım yetmezmiş gibiydi, malum insanların düşüncelerimi meşgul etmesi beni delirtiyordu. Elbette Na Jaemin'den bahsediyordum. Ondan ve aşırı davranışlarından.

Taksiye binip Raisa'nın adresini verdikten yarım saat kadar sonra oradaydım. Kapıyı bana Hyuck açtığında yine mi anlamında şaşkınlıkla kaşlarım havalandı, Hyuck bunu gördüğünde omuz silkmişti dudak büküp. "Geç. Jeno ve Raisa ağda bağımlılığı yaşadıkları için kapıyı yine ev sahibi açamadı. Lily'yle mutfakta keşfe çıkmıştık."

Yine bir hangover yaşamış gibilerdi. Raisa'nın anne-babası hâlâ gelmemişlerdi bu yüzden evin suyunu çıkarıyor olmalılardı. "Sabah sabah ne ağdası, delirdiler mi bunlar anlamıyorum ya." Homurdanarak mutfağa girdim.

"Günaydın, ne ara geldin?" Lily gözünü kaşırken tezgahın kenarına yaslanmış su ısıtıcısına su doldurduğu sırada omzunun üzerinden bana bir bakış attı. Şort-askılı pijamalarının üzerine açık kahve bir sabahlık giymişti.

"Az önce. Siz yine dağıtmışsınız. Sınavlara çalışabiliyor musun acaba Lily Hanım? Daha hazırlık sınıfında kalmak gibi bir aptallık yapmazsın umarım." Diye konuştum, mutfak tezgahının üzeri dağınıktı. Ama açık bir mısır gevreği kutusundan avucuma döktüm biraz. Kütür kütürdü.

"Çalışıyorum ya... Sadece aklıma giriyor mu bilmiyorum. Öğleden sonra bir sınavım var. Ingilizce. Lanet olsun. Bir türlü çözemedim şu dili."

"Raisa yardım edecekti hani? Hazır ev boşken?" Diye söylendim onun dediği şekilde.

İmayı anlayıp ofladı. "Jenosuyla şimdi de ağda macerasına girişti. Sabahın köründe ağda mı yapılır ya? El insaf!"

"İçim daraldı aman." Mutfaktan çıkıp salona girdiğimde Hyuck'un büyük koltukta iki seksen uzandığını görüp tekliye geçtim. "Taş mı taşıdın ne bu uyku? Nasıl uyuyabiliyorsunuz bu kadar? Anlamıyorum."

Hyuck yüz üstü yatışını hiç bozmadan homurdandı. Bir eli yere doğru sarkmıştı. "Ben uyumuyorum. Uyku beni uyuyor. Uyuk uyuk uyuyor."

"Saçmalık." Homurdanarak sırtıma yaslandım. Ev berbattı. Berbat değildi, tam anlamıyla bok götürüyordu ortalığı. Keşke benim ebevynlerim de gitseydi de...

"... Evveliyatına iyi sözler buluyorum şu an Jeno."

"Ne yaptım kızım ben şimdi? Dediğini yaptım. Çat çat, çut çut."

"Ya! Vaera bacaklarıma bak tavuk götüne döndü."

"Zaten öyle değil miydi?"

"Lee Donghyuck!"

We Fell In Love In October Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin