4 : live in october, hate to each other

657 89 92
                                    

Ekim ayının başlarına göre aslında hava soğuk bile sayılırdı. Tişört giyemediğim için sinirlerim bozuktu. Kat kat giysi giymeyi seven bir insan olmamıştım hiç. Tişört ve şort, kıüt siyah saçlarım... Sanırım beni tanımlayan özellikler olarak üzerime yapışmıştı.

"Vaera bu kitabın orjinal basımı sende var mı ya? Yoksa kütüphaneden alalım okumamız lazım bir an önce."

"Ne o?" Dediğimde Raisa telefonunun ekranını bana çevirdi. "The Call Of The Wild. Bende var. Okumuştum eskiden. Sana da getiririm yarın."

"Ah cidden mi? Harika oldu bu. Yarın bekliyorum."

"Görüşürüz. Dikkatli sür." Ona el sallarken arabasına yerleşti ve bana göz kırptı.

Lily'nin dersi erken bitmişti ve birkaç saat önce gitmişti. Raisa da beni eve bırakmayı teklif etmişti ancak ben yürümeyi tercih etmiştim. Içimde, sabah okula geldikten birkaç saat sonra babamın attığı mesajlardan dolayı bastıramadığım kötü hisler filizleniyordu.
Aile yemeği yiyecektik. Aile. Böyle söylemişti. Sanki dün akşam beni araması yalan bir merak edişten dolayı değilmiş gibi bir de benimle ilgilenmeye çalışır gibi aileyi bir araya getirmesi yok muydu... Ebeveynlere boşu boşuna yasal mafyalar demiyordum ben. Tek ayak üstüne değil kırk, yediyüz kırksekiz yalan söyleyebiliyorlardı.

Okulla ev arasında yaklaşık 3 kilometre vardı. Daha önce yürüdüğüm günler olduğu için ellerimi kotumun ceplerine sıkıştırıp ne ağır ne de hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Çetrefilli bir hayata sahip olanların hep yürümeyi sevdiğini okumuştum o okuduğum kitapların birisinde. Yürüdükçe geçecek gibiydi, yürüdükçe yüklerini atabilirmişsin gibi gelirdi.

Eve yakın bir markete girip kucağımı abur cuburla doldurup kasaya gittim. Sıradayken önümdeki yaşlı amca dikkatimi çekti. Kredi kartıyla ödeme yapacağım için ve babam da bunları kontrol ettiği için kendim alamazdım o reyondaki şarabı.

"Affedersiniz, merhaba." Diye sessice mırıldandığımda beyaz saçlı kısa boylu adam bana döndü. "Benim için bir şeyi satın alsanız ben de size nakit olarak ödesem olur mu?"

Adam anlamamış gibi bana baktığında cevap beklemeden alkol reyonuna ilerledim ve yeşil şişeyi kapıp koşar adım geldim. Adamın eline tutuşturup geri çekildim ve cüzdanımdan nakit çıkardım. "Buyrun. Sadece kasadan benim için geçireceksiniz. Babam beyefendisi kredi kartı ekstreleriyle yakından ilgilidir. Lütfen beni kırmayın." Ultra nazik tonlamayla konuştuğumda adam bir an gülümseyecek gibi oldu ancak dönüp sırası geldiği için verdiğim parayı cebine atıp kendi aldıklarını ve benim ona verdiğim şarap şişesini kartıyla ödedi. Ben de kendiminkileri ödedikten sonra market kapısının önünde kartımdan bir miktar nakit çekip ona ücretini ödediğimde bana şişeyi uzattı.

"Alkolü unutmak için değil eğlenmek için iç. Unutmak için içersen aptallık yapar, eğlenmek için içersen seni sadece eğlendirmiş olur. Kaç yaşındasın?"

Şişeyi alıp sırt çantama attım. "19." Diye yanıtladım onu.

Dudakları gerildi ve gülümsedi böylece. "19 demek... Hiç rüya seyahati yaptın mı?"

Kaşlarım çatıldı. "Rüya seyahati mi?"

Kafasını salladı. "Evet, elbette rüya seyahati. Aldığın şaraptan gençken alır, içer ve rüya seyahatine çıkardım. Şimdi rüya görmek Japonya'ya geri dönmek kadar zor benim için."
Gözlerini kısıp bir şeyi hatırlar gibi konuşunca düşündüm, adamın Japon olduğunu onu ilk gördüğümde zaten anlamıştım ama ne demek istediği hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Ben gitsem çok iyi olacak, eve geç kalıyorum." Dediğimde beni kafasını sallayarak tereddütlü bir şekilde onayladığında hızlı adımlarla evimin olduğu sokağa girdim.

We Fell In Love In October Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin