Bölüm V
Geçmişten bir adam
Odaya girmeden evvel üzerine çekidüzen verdi. Léandre'nin hala koridorun başında beklediğini hissedebiliyordu. Göğsünü döven kalbine avuç içini bastırdı. Ona aşık olmuyordu, olmuyordu ama adamın tek bir dokunuşu yalnızlığını yarıp geçiyordu. Adamın öpüşündeki o kırılgan endişe içini iyileştiriyor, ona bir et parçası gözüyle bakan adamlara duyduğu öfkeyi dindiriyordu. Yumruk yaptığı elini kaldırıp kapıya iki kez vurdu. Gelin sözcüğünü beklemeden kolu kavrayıp içeri girdi. Öpücüğün etkisiyle hala sersem gibi hissediyordu. Yıllar sonra, tam yedi yıl sonra, François'yı gördüğünde etindeki uyuşukluk gürültüyle kırıldı; geçmişten kalma parçalar etine saplandı ve içini kanattı. Hiç değişmemişti. Saçlarındaki beyazlar kuşkusuz artmıştı, gözlerinin kenarındaki çizgiler de derinleşmişti ve sağ kaşında bir kesik izi belirmişti. Hiç değişmeyip onu aynı kılan şey gözlerindeki bakıştı. Üzgünüm, Rosie. Kapıyı arkasından kapatıp odanın ortasına doğru ilerledi. Aynı anda adam ayağa kalkmış, kızın yanına gelip kollarını iki yana kocaman açmıştı. Ona sarılmak içinden gelmese de adamın araladığı kollarına girmişti Rosie. Aynı anda kulağında François'nın kederle bezeli sesi çınladı: "Çok büyümüşsün."
"Yedi yıl oldu." Geri çekildi, adamın koyu kahve gözlerine baktı. Öyle karanlık bir bakış vardı ki yüzünde François onun kendisine hala kızgın olduğunu o anda anladı. "Yüzbaşı."
"Sana defalarca kez yazdım."
"Mektuplarımı okumamak gibi bir alışkanlık edindim. Kişisel algılamayın."
Adamın işaret ettiği koltuğa geçerken François da masanın arkasındaki koltuk gerine karşısına oturmuştu. Bu yaptığı Rosie'nin ona beslediği öfkeyi biraz da olsa azalttı. Adam kim olduğunu, Rosie'nin de kim olduğunu, unutmamıştı. Gözleri sade döşenmiş odada gezindi. O dev gibi kütüphane gitmiş, yerine bir portre asılmıştı. Babasının kadife sandalyeleri belki zamanla yıprandığından, belki de kadife çok pahalı olduğundan, ucuz, kırmızı birer kumaşla kaplanmıştı. Masa... Masa aynıydı. Sanırım. Sadece gövdesi zamanla çatlamış ve çizilmişti, o kadar.
Aralarındaki sessizlik uzayınca boğazını temizleyip "Tebrik ederim," dedi neden sonra. "Silahşorların başına getirilmişsiniz."
"Teşekkür ederim." Adamın yaşlı gözleri, genç kadının babasını andıran yüzünde ağır ağır gezindi. "Gittikçe ona benziyorsun."
"Biliyorum." Gergindi. Nazikçe omuz silkip ellerini kucağında birleştirdi ve "Belle her gün bunu hatırlatıyor zaten," dedi mesafeli bir şekilde.
"Belle?" Adamın kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Isabelle mi?" Genç kadının başıyla onayladığını görünce yüzüne hayret dolu bir ifade yerleşti. "O evli değil miydi?"
"Evliydi ama kocası bir anda ortalıktan kayboldu." Bal rengi gözlerini kıstı ve tatsızca dilini ağzının içinde dolandırdı. Adamın ne kadar sevimsiz olduğunu hatırlayınca dişlerini birbirine sürterek bilememek için kendini zor tuttu. "Ben de Marcel ve Belle'yi yanıma aldım."
"Paris'e?"
"Paris'e."
Adam dalgınca bir süre sessiz kaldı. "Şu pastane..." Kadın başını sallayınca durumu değerlendirmek için gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Yaşadığı şaşkınlığı tarif edebilmesinin, kadının bu hayatı kendisine nasıl olup da yakıştırdığını anlamasının imkanı yoktu. Rosie her zaman inatçı bir kız olmuştu. Dostu, sırdaşı, silah arkadaşı Simon onu tıpkı kendisi gibi; tuttuğunu koparan, istediği şeyden asla vazgeçmeyen ve pes etmeyen biri olarak yetiştirmişti. Bütün herkesi karşısına alarak pastaneyi açma deliliğini göstermesinden belli değil miydi onun tam da babasının kızı olduğunu? Gülümsedi. Kızın gözlerindeki o soluk kehribara bile bir savaşçının acımasızlığı sinmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıplak Ayaklar
Historical FictionGeçmişinden kaçıp kendine Paris'te yeni bir hayat kuran cesur bir kadın ve geçmiş yaraları yüzünden hiç kimseye güvenemeyen bir silahşor... Hayat bu ikisini bir araya getirmeye kararlı. Ama onlar aşk için ne kadarını feda edebilirler? Hikaye tamamla...