Bölüm XXV
"Öyle parlak bir ışık çağlayanı olurdu ki gözleri gökte;
Gece bitti sanarak kuşlar cıvıldaşırdı."
William ShakespeareRosie kelimelerini Paris'in kuytularındaki bu pastaneden sürgün etseydi dahi, kendini adamın gözlerinden sıyırıp alamazdı. Adamın pişmanlığının içini sızlatan kıpırtıları sesinden göğsüne damladıkça genç kadın onları bir araya getiren kaderden kaçamadı. Titreyen kirpiklerini adamdan eğerek "Önemli değil," dedi sessizce. Bakışları adamın yarasını buldu ve gömleğin adamın kanıyla nasıl da alacalandığına şaşırıp kaldı. Gömlekteki kanın bir kısmı çoktan kuruyup kahverengiye dönmüş, bir kısmı ise içini ürpertecek kadar kırmızı kalmıştı. Sanki beyaz bir çarşafın üzerine gelincikler yığılmıştı -ki bu gelincikler, bu sonu görünmeyen gelincik bahçeleri, Léandre'nin canından çalınmıştı.
"Düşündüklerinizi söylediniz sadece, Mösyö. Bunun için suçlayacak değilim sizi."
"Rosie..."
"Uzanmanız gerek." Elini adamın elinden çekip doğruldu. "Ama önce ceketinizi çıkaralım."
"Zalimce davranıyorsunuz!"
Rosie dermansız yarası gibi titreyen, ürkek bir nefes alırken burnuna adamdan yükselen şarabın kokusu çarptı. Yine mi sarhoştu? Her ne oluyorsa aralarında, her ne geçiyorsa başlarından, her ne yaralıyorsa onları hep adam sarhoşken olmuyor muydu? Midesi çalkalanırken "Yollarımız her kesiştiğinde sarhoş olduğunuz içindir, Mösyö," dedi alayla. Dudaklarında incecik bir gülümseme filizlenirken gözleri -ki artık kehribarları dahi kırgın menekşelerdi- ağırlaşıp adamın mavilerine gömüldü.
"Yaranıza bastırmaya devam edin."
Adam gözlerini kadının kehribar rengi gözlerinden eğerken ciğerlerini kesen derin bir nefes aldı. Sarhoş değildi ama kadının o narin burnu geceden damarlarına karışan ve hücrelerine sinen şarabın acılığını alacak kadar hassastı. Kadın ceketini çıkarmasına yardım ederken altın rengi saçları omuzlarına çarptı. Tatlı bir bahar havası gibi... Yumuşacıktı. Kollarından birini ceketin altından beline sarmış, diğer eliyle ceketi omzundan sıyırmıştı. Çok yakınlardı. Burnunu kadının saçlarına dayayıp "Rosie," dedi boğuk bir sesle. Gözlerini kapatıp onun kokusuna gömüldü daha da. Rosie titreyen elleriyle ceketin diğer kolunu da çıkarıp da ayak ucuna bıraktı. Kadın ondan uzaklaşacakken uzanıp tekrar onun elini tuttu ve boğuk bir mırıltıyla "Rosie," diye yineledi. Genç kadına edilecek isminden güzel bir iltifat var mıydı? Sanmıyordu, Léandre. Rosie'yi yeniden yanına oturturken genç kadının elinin avuç içinde ne kadar ufak kaldığını bakışları birleşen ellerine kaydığında anladı. Rosie beyaz ve narin bir kadındı. İncinmesi için hafif bir meltem yetecekken o daha kötüsünü yapmıştı. Bıçak yaralarının tedavisi vardı, yarası elbet kapanırdı ama hangi Tanrı onu kadının kalbini kırdığı için bağışlardı? Üstelik henüz kendisi bile bağışlayamamıştı. Derin bir solukla bakışlarını kadının azabını azaltan bakışlarına kaldırdı.
"Söylediklerim, düşündüklerim değildi."
"Yine de söylendi."
"Henüz düşünürken pişman olmuştum." Yüzünün rengi giderek çekildi. Neredeyse kirpiklerine değecek kadar uzamış saçları terden sırılsıklam olan alnına yapışmıştı. Léandre kadına bakmanın yüreğine kuru bir kıymık gibi battığı yerdeydi; kadının hemen yanı başında. Daha evvel pek çok kez öptüğü dudaklarına uzansa değebilecek kadar yanı başındaydı. Oysa aralarında aşılması güç bir engel vardı. Öyle ki adam bağışlanmadıkça iyi olamayacaktı. "Bağışlayın beni!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıplak Ayaklar
Historical FictionGeçmişinden kaçıp kendine Paris'te yeni bir hayat kuran cesur bir kadın ve geçmiş yaraları yüzünden hiç kimseye güvenemeyen bir silahşor... Hayat bu ikisini bir araya getirmeye kararlı. Ama onlar aşk için ne kadarını feda edebilirler? Hikaye tamamla...