Bölüm beni burada da tek başıma bırakmayan, bana mesafelerin sanıldığı kadar önemli olmadığını öğreten, biricik, sevgili @MerveErgur 'e :)
Bölüm XVIII
"Teresa sana misafir odasını hazırlasın, Henri."
Paris'e vardıklarında gece yarısını geçiyordu. Rosie solgun hatta hastalıklı görünüyordu. Adamın onaylar mırıltısına karşılık cansızca gülümsedi. Yeniden Paris'te olmak kendini iyi hissettirmişti. Orada, Toulouse'da, esir kalacağından o kadar emindi ki Paris bir an için güzel bir düşe dönüşmüştü. Arabadan, Henri'nin kendisine uzanan elinden destek alarak indi. Yüzüne çarpan serinliği özlemişti. Konuşmasını yorgun bir şekilde "Saat bir yerlere gitmek için çok geç," diye sürdürdü. "Burada kal."
"Çok yorgun görünüyorsun benim güzel Roxanne'im." Sevgiyle genç kadına baktı ya da belki şefkatle. Rosie için bir yerden sonra ikisini ayırmak neredeyse imkansız olmuştu. Bu yüzden ikisini de kabullendi. "Neden odana çıkıp uyumuyorsun? Ben kendime uyuyacak bir yer..."
"Evime gelmekten korkuyor musun?" Kaşlarını havalandırıp alayla gülümsedi. "Senin için yeteri kadar gösterişli değil ama yine de temiz ve sıcaktır."
"Rosie," diye mırıldandı. İtiraz edercesine kaşlarını çatmıştı. "Sorunun bu olmadığını biliyorsun."
"Sen benim misafirimsin, Henri. Başkalarının ne düşüneceğini umursamıyorum."
"Komşularının hakkında yanlış düşüncelere kapılmalarını..."
"O düşünceler doğru olsa dahi..." Kapıyı hafifçe tıklattı, bunun genç kızlardan birinin uyanmasına yeteceğini düşünüyordu. "Hayatım hiç kimseyi ilgilendirmez."
Adam gülümsedi. Kadının dönüştüğü şey; bu göz alıcı, kalp burkacak kadar güzel şey, kapılıp gidilmesi oldukça kolay türde bir şeydi. Henri ona bakmanın dahi insanın kanının akışını değiştirdiğini hissedebiliyordu. Rosie gerçekten de sahici bir özgürlüğe sahip olmaya çalışıyordu. Başarmış bile sayılırdı. Onu bu yeni haliyle sevmenin güçlüğünü yeni yeni görebildiğini itiraf etti. Henri için onun bu vurdumduymazlığı ve tatlı isyankarlığı baş edilmesi güç şeylerd. Henri kadını sevmenin bunca güçlü biri değilken bile ne kadar zor olduğunu hatırladı. O bu düşüncelere dalmışken kapı çoktan açılmış, Rosie içeriye girip Teresa'ya talimatlarını söylemişti. İlerleyecekken başını ona doğru eğip "Bütün geceyi kapının önünde geçirmek istiyorsan üstünü örtmek için bir şeyler göndereyim," diye iğneledi. "Ama yastıklarımı yere koymana izin vermem."
"Oldukça adil bir anlaşma..." İçeriye girip kapıyı arkasından kapattı. "Başka bir zamanda kabul edebilirdim ama şu an fazlasıyla yorgunum."
"O halde Teresa'nın peşinden gitsen iyi edersin."
Adam başını sallayarak kabullendi. Genç kızın az evvel gözden kaybolduğu holde ilerlerken Rosie'nin kapı ağzında durmaya devam ettiğini fark etti. Daldığı bir düşünceyi tartıyordu belli ki... Bir an için sessizleşip muzip gülümsemesini silmişti. Üzerindeki pelerinin cebinden pusulayı çıkartırken titreyen ellerini gizleyemedi. Adam pusulayı gördüğünde "Üzerindeki mühür Constance'e ait değil mi?" diye sormaktan kendini alamamıştı.
"Öyle," diye mırıldandı. Kaşları hafifçe çatılmış, dudakları düşündüklerinin etkisiyle incelmişti. "Yarın ne olduğunu anlatırım. Bugün ikimiz de uyumalıyız."
Uykusundan üzerine atlayan ve çığlık çığlığa ismini bağıran Marcel ile uyandı. Gözlerini henüz aralamamışken çocuğun heyecanlı fısıltısıyla gülümsedi. Arkasından, muhtemelen kapının eşiğinden Hilda'nın homurtusu yükseliyordu. Çocuğu, genç kadını rahat bırakması için ikna etmeye çalışıyordu belli ki...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıplak Ayaklar
Ficção HistóricaGeçmişinden kaçıp kendine Paris'te yeni bir hayat kuran cesur bir kadın ve geçmiş yaraları yüzünden hiç kimseye güvenemeyen bir silahşor... Hayat bu ikisini bir araya getirmeye kararlı. Ama onlar aşk için ne kadarını feda edebilirler? Hikaye tamamla...