Bölüm XXIX
"Hala bir haber yok."
Kadın endişeli gözlerle Cosette'e baktı. Rosie'nin başına bir iş gelip gelmediğini, bir anda nereye kaybolduğunu ve neden ona bile haber vermeden gittiğini bilmemek onu yavaş yavaş tüketiyordu. Hilda karının yokluğunda ne yapacağını, ne yapması gerektiğini bilmiyordu. Genç kadının bütün eşyaları, kitapları, sahip olduğu bütün anıları buradaydı. Her şeyi gerisinde bırakıp gidecek cesareti bulabildiğine göre kötü bir şey olmuş olmalıydı. Onu bir kez daha kaçmaya zorlayacak kadar kötü bir şey; Dük'ün onu bulması gibi bir şey.
Yaşlı gözlerini elindeki kirli bez parçasına eğdi. Genç kadını o bulmuştu. O gece. İlk o girmişti odaya. Onun çığlıklarını ilk o duymuştu. Üzerine yığılan adamın altında nasıl da solgun ve nefessiz görünüyordu! Ağlayacak dermanı bile bulamamıştı kendinde. Öylece, boğulmak pahasına, adamın bir ceset gibi ağırlaşmış gövdesinin altında hareketsizce kalakalmıştı. Adamı Rosie'nin üzerinden o kaldırmış, onu oradan o çekip almıştı. Üzerindeki beyaz geceliğin kanı ne kadar hızlı emdiğine, renginin nasıl çabucak değiştiğine hayret etmekten başka bir şey gelmemişti elinden. Rosie de ancak çok sonra gözlerini yerdeki kandan, kırılan vazodan ayırıp da ona, kana bulanmış ellerine, geceliğine bakabilmişti. 'Öldü mü Hilda?' diye sorarken kendisi de ölmüştü sanki. Oracıkta. Zaten tek nefeslik canı vardı genç kadının. Hilda hatırladıklarıyla gözlerini dalgınca kuruladı. Adam değil ama Roxanne o gece ölmüştü. O gece, orada, adamın elleri altında onun tanıdığı genç kadın can vermişti. O nazik, zarif, kırılgan ruhlu genç kadının yerine dik başlı, korkusuz ve pervasız yeni bir kadın gelmişti. Rosie kendini ve hayatını sil baştan yaşamaya başlamıştı. Kaçmayı bile kendine uydurmuş, sıradan biri gibi ülke dışına çıkmak yerine Paris'e, kaçtığı insanların gözleri önüne gelip yerleşmişti. Ne Hilda ne de Henri kadını bunun delilik olduğuna ikna edebilmişti.
Hilda "Üç gün oldu," diyen Cosette ile daldığı karanlık düşüncelerden sıyrıldı. "Başına bir şey gelmiş olabilir mi?"
"Umalım ki gelmemiş olsun."
"Böyle, bu kadar uzun süre ortadan hiç kaybolmazdı."
Başını onaylarcasına salladı, olmazdı. O kalmaların ya da gitmelerin kadınıydı. Kaybolmamıştı ama kalamamıştı da muhtemelen. Çalan kapıyla birlikte elindeki bezi tezgahın üzerine bırakarak kapıya ilerledi. Rosie'nin döndüğünü ummuştu. Araladığı kapının arkasında genç kadının dostu olan üç silahşordan birini bulduğunda bütün umudu tükendi. O gece, Rosie'yle birlikte gördüğü adamın -ki daha evvel de onu kadınla pek çok kez görmüştü- buraya tek başına gelmiş olması onu daha da ürküttü. Elini kalbine dayarken "Ona bir şey oldu, değil mi?" diye sordu. Sesi de tıpkı yaşlı kadının çelimsiz bedeni gibi titriyordu. Gözleri sırılsıklam olurken ayakta durabilmek için kapıdan destek aldı. Léandre yaşlı kadının yığılıp kalacağını anlayarak atılıp onu kolundan tuttu.
"Söylediklerinizden anladığıma göre Matmazel de Bellefleur evde değil sanırım Madam Hilda?"
"Hayır, değil."
Cansızca soluklandı. Adam endişeyle kaşlarını çatarken kapıyı aralayarak yaşlı kadına salona kadar eşlik etti. Onun endişesini görmek canını sıkmıştı. Demek ki kadın da Rosie'nin nerede olduğunu bilmiyordu. Sıkıntıyla ensesini ovuşturarak başındaki şapkayı çıkardı.
"Size su getirmemi ister misiniz Madam? Solgun görünüyorsunuz."
"Hayır, Mösyö. Teşekkür ederim."
Kadının önünde eğilip diz çöktü ve onu sakinleştirmek için gülümsedi. Anlayışlı, nazik bir sesle "Bu kadar endişeleneceğinizi tahmin etmemiştim," diye mırıldandı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıplak Ayaklar
HistoryczneGeçmişinden kaçıp kendine Paris'te yeni bir hayat kuran cesur bir kadın ve geçmiş yaraları yüzünden hiç kimseye güvenemeyen bir silahşor... Hayat bu ikisini bir araya getirmeye kararlı. Ama onlar aşk için ne kadarını feda edebilirler? Hikaye tamamla...