Bölüm XV
Rosie şatoyu gördüğü ilk andan beridir boğazını sıkan ellerin varlığından kurtulamıyordu. Kendini öylesine sıkmış, öylesine kilitlemiş, öylesine kapatmıştı ki... Kenetlediği elleri bembeyazdı. Henri'nin bakışlarını üzerinde hissedebiliyor, onun için endişelendiğini fark edebiliyordu. Buna rağmen onu sakinleştirecek takati kendinde bulamayarak sustu. Üzerinde ona Paris'i hatırlatan şık, bordo bir pelerin vardı. Pelerinin omuzlarına düşen kapüşonunu başına çekerek yüzünü sakladı.
"Roxanne iyi misin?"
"Evet." Mırıltısı ağırlaştı. Rosie iyi olmanın yanından dahi geçmese de solan yüzüne küçük bir gülümseme yerleştirmeye çalıştı. Burayı, şatoya giden bu yolu, bütün hissettirdiklerini o an için yadsıdı. Burada ne işi vardı? Neden dönmüştü? Tanrım! Hata yapıyordu. Hata yapıyordu. Hata- "Buradan sonrasını tek başıma gitmek istiyorum."
"Ama..."
"Yeterince yardımcı oldun, sevgili Henri'm." Koyulaşan bakışlarını adama çevirip uzun uzun ona baktı. Yere düşüp parçalanmak üzere olduğunu görmüyor muydu adam? Parçalarını bir arada tutması çok zordu. Sanki, sanki boğuluyordu. Nefesi asla yeterli gelmiyordu. Boğazını ovuşturdu. Nefes alamıyordu. Kısık, güç duyulur bir sesle "Bu benim cehennemim," diye fısıldadı. "Yüzleşmesi gereken de benim."
Çıplak ayakları toprağa değdiğinde içine onu sakinleştiren bir sızı yayıldı. Yürümeye başlamadan önce uzaklaşan arabanın teker sesleri duyulmaz olana kadar bekledi. Aslında ne ilerleyecek ne de burada kalacak cesareti vardı. Kaybolmuş gibi hissediyordu. Elinde tuttuğu ayakkabılar parmakları arasından kayıp yere düşmek üzereydi. Aldığı derin nefesle kaburgaları genişledi. Geçmişle yüzleşme zamanı çoktan gelmişti. Küçük, aksak ve tereddüt dolu adımlarla ilerledi. Bahçe kapısı çok gerisinde kalmış, malikanenin kapısına ise henüz ulaşamamıştı. Yaklaştıkça hatırladı, Rosie. Nasıl kaçtığını, neden kaçtığını, o gün bu şatoda neler yaşandığını hatırladı. Rosie değil, Roxanne olduğu günleri, aptallıklarını ve umutlarını hatırladı. Sevmeyi, sevilmeyi ummuştu. Ne büyük, ne korkunç bir aptallık ama! Roxanne, Rosie'nin asla sahip olamayacağı bir sadakatle tutunmuştu ailesine. Dudaklarında alaycı bir gülümseme oynaştı. Bu da bir diğer aptallığı değil miydi zaten? Bahçeyi çapalayan, ağaçların ve çiçeklerin bakımlarını yapan işçiler ona gördükleri halde seslenmeye cüret edemediler.
Ağır ağır, bütün hayaletleriyle birlikte ilerlemeye devam etti Rosie. Sürekli soruyordu kendine: Neden buradasın? Constance'i son kez görmeyi istiyor muydu sahi? Buradan kaçıp kurtulmak için bu kadar şeyden vazgeçtikten sonra buraya gelmek... Ya bu bir tuzaksa? Bu zehirli düşünce zihninde giderek büyüdü. Ya bir tuzağa yürüyorsa ve, ve yakalanırsa? Ya adam... Değildi. Hayır, bu bir tuzak da değildi. Sadece hissettiği korkunun onu ele geçirmesine izin veriyordu. Derin bir nefes alıp verdi. Constance ölüyordu, Henri öyle söylemişti. Ona son kez inanmayı seçti. Kapıya ulaştığında ağırlaşan, ondan ayrı varlığını sürdürmeye kararlı elini havaya kaldırıp kapıyı üç kez tıklattı. Sessizliğin içinde birkaç tıkırtı yükseldi. Göğsü ağrıdı; sanki kaburgalarını iki yandan sıkıştırıyorlardı. Kapı açılırken kehribar rengi bakışları ağır ağır kapıda beliren ve kocaman gülümseyen kadının üzerinde dolandı. Gülümsemesi kırılıp ufalanırken ve rahatsız edici bir gürültüyle yere düşüp etrafa saçılırken yaşlı kadının bakışları hayretle irileşti. Onu tanımıştı.
"Matmazel..." Titreyen kelimeleri kadının yaşlı gözlerini nemlendirdi. "Matmazel Roxanne?"
"Merhaba, Nicola." Zarifçe kadını selamlayıp -kadının ürkekçe geriye doğru çekilmesiyle açılan- küçük aralıktan içeriye acıtan bir adım attı. "Nasılsın?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıplak Ayaklar
Tarihi KurguGeçmişinden kaçıp kendine Paris'te yeni bir hayat kuran cesur bir kadın ve geçmiş yaraları yüzünden hiç kimseye güvenemeyen bir silahşor... Hayat bu ikisini bir araya getirmeye kararlı. Ama onlar aşk için ne kadarını feda edebilirler? Hikaye tamamla...