Bölüm XXIVBir hafta sonra...
Elindeki şarap kadehini gürültüyle masaya bırakırken Léandre kendini yeryüzünden silebilmek istiyordu. Daha söylediği an, daha sözcükler dudaklarına değdiği an, daha göğüs kafesi aldığı nefesle insanı hayrete düşürürcesine genişlediği an pişman olmuşsa da verdiği hasarın büyüklüğünü ancak kadının gözlerinden dökülüp insanı kanatan hayal kırıklığını görünce anlamıştı. Kendi kalbinin kırılmasını engellemek için belki de tanıdığı ve tanıyacağı en sıradışı kadını kırmıştı.
"Quae autem procedunt de ore de corde exeunt et ea coinquinant hominem." - Matthew 15:18
Jean kaşlarını alayla havalandırarak "Sarhoş olunca İncil'den alıntılar yapmak bana mahsus sanıyordum," diye mırıldandı. Bütün gece tek kelime etmeden oturup sonra bir anda İncil'den alıntılar yapmaya başlayan adama dönmüştü. "Ne olduğunu anlatacak mısın aziz dostum?"
Léandre nasır tutmuş ellerine eğdi yorgun bakışlarını. Kelimeler sanki ciğerinden hece hece sökülüyordu. Canının acısına ne yapsa iyileşemezdi, bu düşünceyi bile gülünç buldu. Kadını sevmiyordu öyle mi? Kadın basit bir zaaf, yaşına yakışmayacak acemi bir tutkuydu sözde? Yalan söylemek şu anda adamın yapabileceği en kolay tercihti, sevgili okuyucu. Çünkü adam kalbinin bir kez daha kırılabileceğine sahiden de inanmıyordu. Ona göre bundan on dört yıl önce kalbi bir kez kırılmış; hatta adam, kemikleri olmayan bir et parçasının nasıl böyle ufalandığına şaşırıp kalmıştı. Fiziksel bir acı, şimdikine benzer ama daha beter -sanki kaburgalarını tek tek söküyorlarmış gibi hissettiren kesif, paslı bir acı çekmişti. Ölmese de tam olarak asla yaşamaya geri dönememişti. Léandre o güne ve o acıya saplanıp kalmıştı. Alayla gülümsedi. Şimdi, bugün, geçen hafta genç kadının kalbini kırdığı günden beridir, kabus gibi ne yana dönse kadının kırgın gözlerini görmeye başladığını fark ettiğinde nasıl olup da hala Araf'ta durduğunu anlayamadı. Her neye inanırsa inansın, kendine ne yalan söylerse söylesin asla kadının gözlerinde beliren o hayal kırıklığının boğazına saplanıp kaldığını saklayamazdı. Dilese, Léandre geveze bir adama dönüşse ve hiç var olmayan bir masal anlatmaya kalkışsa yine de inandırıcı olmazdı. Rosie de Bellefleur'ü ve rengi kırılan gözlerini anlatacak kelimelere sahip değildi. Bu yüzden boğuk, paslı, yetersiz kelimelerle gerçeği fısıldadı: "Kalbini kırdım."
Alexandre kaşlarını çatarak baygın gözlerini adama dikti: "Kimin kalbini? Matmazelin mi?"
Léandre biten kadehini yeniden doldururken ciğerlerine batan, kupkuru bir nefes aldı ve "Evet," dedi sessizce. Sesi boğuk ve kasvetliydi. Dünya üzerinde hiçbir yara onun öpücüğüyle iyileşemezdi. Çünkü adamın kendisi yaşayan, büyüyen ve çoğalan bir yaranın sahibiydi.
"Matmazel kalbi kolay kırılacak bir kadın değildir, Léandre."
Jean, Alexandre'yi "Hayır, değildir," diye onayladı. Gözleri adamın koyulaşan gözlerine çarptığında hayretle büyüdü, büyüdükçe sanki Léandre'nin hissettiği acı da katlanarak çoğaldı. "Tanrım..." Fısıltısı gürültüleri yarıp geçti. "Sahiden bunu başardın mı?"
"Evet."
"Kadının kalbini kırdın mı?"
"Evet."
"Ne için?" Léandre'nin sessiz kalmasıyla Jean ve Alexandre aralarında kısacık bir bakışı değişti. Léandre doldurduğu kadehi tek yudumda bitirmiş ve sonra kadehini yeniden doldurup yeniden tek yudumda bitirmişti. "Fazla ketum olduğunu hiç düşündün mü?" Jean yerinde hafifçe kaykılıp içerinin kalabalığına sarsak bir bakış attı. "Aziz dostum."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıplak Ayaklar
Ficción históricaGeçmişinden kaçıp kendine Paris'te yeni bir hayat kuran cesur bir kadın ve geçmiş yaraları yüzünden hiç kimseye güvenemeyen bir silahşor... Hayat bu ikisini bir araya getirmeye kararlı. Ama onlar aşk için ne kadarını feda edebilirler? Hikaye tamamla...