Bölüm XXXVI
At arabasının karanlığında Rosie, karşısında sessizce ağlamayı sürdüren Isabelle'i gördükçe öfkeleniyordu. Kadını yanında, yakınında istemiyordu. Kendisine bir yardımı dokunamayacaksa eğer, ki en başında bir hain gibi onu sırtından bıçaklayan da o değil miydi?, ne diye Marcel'i yalnız başına bırakıp gelmişti? Zavallı ufaklık, ne çok korkmuş ne çok endişelenmiş olmalıydı. Nefes alamadığını hissederek bakışlarını dışarıya çevirdiğinde hemen yanında ilerleyen silahşoru gördü. Dimdik duruyordu. Sanki hiçbir yara onu öldüremez, hiçbir kelime onun taşlaşmış kalbini delip geçemezdi. Adamın üzerine yapışıp kalmış, onu yaşlandırmış ve kirpikleri birbirine değdikçe içini karartmış hüznünü gördüğünde burukça gülümsedi. Kendisi için endişeleniyordu. Gelip geçici bir endişe duymuyordu üstelik, gözleri sürekli çevreyi kolaçan ediyordu. Bir şekilde adamın onu anladığını biliyordu, Rosie. Umduğu kadar sevilmemiş olsa da adam ona değer veriyordu. Bunu, onu kırmak için savurduğu bütün o acımasız cümlelere rağmen yanında kalmasından anlıyordu. Bakışlarını adamdan çekerek gözlerini, elini sıkıca tutan, yaşlılık lekeleriyle kaplı ele eğdi. Hilda: Gerçek bir anne merhametiyle onu seven tek kadın.
"İyi misiniz?"
"İyiyim, Hilda." Gülümsedi. "Sadece kendimi biraz yorgun hissediyorum."
"Saraya gitmemiz iyi bir fikir mi sizce Rosie?"
Değildi. Muhtemelen bugüne kadar ki en kötü fikri bile olabilirdi. Ama gidebilecekleri başka neresi kalmıştı? "Bilmiyorum," dedi dürüstçe. "Ama artık olanları Jean Louis'ye anlatmanın zamanı geldi."
"Hala hastasınız."
"Konuşmama engel değil ya?" Bakışları çabasızca kadınınkileri bulurken haylaz bir ışıltı gözlerinde belirip kayboldu. "Hem..." Hilda küçük hareketlerle rahatsızca yerinde kıpırdanırken "Bütün o adamların kalbini kırarken de konuşmuyor muydum?" diye sordu. "Konuşmak, Hilda, benim özel yeteneğim."
"Tanrım," diye mırıldandı kadın. "Sizi bir duyan olsa iffetinizden şüpheye düşer. Tanrı korusun!"
"Özgür bir kadın olduğumu unutmadıkları sürece," Hilda'nın itiraz etmesine izin vermeyerek devam etti, "şüpheleri umrumda değil."
Yol sessizlik içerisinde sürdü. Rosie, ne Hilda'nın ne de Isabelle'in kendisini anlayacağına inanıyordu. İkisi de hiç unvanlarının altında ezilmemişlerdi. Onlardan beklenilen sade, sıradan, abartısız bir hayatken; Rosie, Fransa'nın kutsal toprakları için, insanları için doğmuştu. Rosie aşık olmadığı bir adamla, sırf adamın Dükalığı ve onun Kontluğu birleşsin diye bu yüzden evlendirilmek istenmişti. Tanrı Fransa'yı korusun! Kahrolası unvanı üzerinden sıyaramadığı bir deriye dönüşmüştü. Kendini ünvanından soymak istedikçe ve onun korkunç ağırlığından kaçmaya çalıştıkça ünvanı daha derinine gömülmüştü. Cansız bir nefes alırken göğsünden rahatsız edici bir hırıltı yükseldi.
Isabelle endişeyle genç kadına bakarken dudaklarını içe bükerek sustu. Bir gece için Rosie'ye fazlasıyla hayal kırıklığı yaşatmıştı; bir de endişesiyle onu rahatsız etmek istemedi. Yaptığı her şeyi eline yüzüne bulaştırmıştı, en azından bir süre için teyzeliği bulaştırmasa iyi olacaktı. Sarayın bahçesinden içeriye girerlerken Rosie'nin yanağından sızıp çenesine doğru inen incecik gözyaşını fark etti. Çektiği azabın katlanılması ne denli güçtü hiç anlamamıştı. Çünkü tek başına savaşmak, Isabelle'in kaderi değildi. Evlenmeden önce de ve evlendikten sonra da ailesi yanında durmuştu. Kocası onu terk ettiğinde de Rosie ellerinden tutmuş, onu sıcacık bir sevgi yumağına sarmıştı. Bir lokma ekmeğini onunla bölüşmüş, savaşını onunla omuz omuza vermişti. Onu kaderine terk etmemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıplak Ayaklar
Ficción históricaGeçmişinden kaçıp kendine Paris'te yeni bir hayat kuran cesur bir kadın ve geçmiş yaraları yüzünden hiç kimseye güvenemeyen bir silahşor... Hayat bu ikisini bir araya getirmeye kararlı. Ama onlar aşk için ne kadarını feda edebilirler? Hikaye tamamla...