Yukarıda Mozart - Lacrimosa var. Bu kısım, bütün bir Requiem'in en sevdiğim kısmı olabilir. Dinlemenizi çok isterim.
Bölüm XXVIII
Rosie de Bellefleur şiirlerden çok şarkıları andıran bir kadındı. Neşeliydi; özgün bir ezgisi ve hayatını yaşama şekliyle insanı mest eden bir ritmi vardı. Sıradanlıktan uzak, ehlikeyf, gülüşünde çiçek açtıran, göz süzüşünde kalp çalan bir kadındı. Ona kapılmak, onu özümsemek basit, sıradan bir eylem gibiydi. Ona temas etmek yetecekti sanki. Jean şimdi kadının gergince akıp giden manzarayı izlediği bu dakikalarda bile kadına ait bir şey bulmakta zorlanmıyordu.
"Marcus," diye mırıldandı. Kadının ilgisini çekmek için bu kadarını söylemesi yeterliydi; kadının yoğun kahve bakışları anında ona dönmüştü. "Kim, Matmazel?"
"Bir hayalet." Rosie rahatsızca omuz silkerek gözlerini adamdan kaçırdı. "Ve iyilerinden biri sayılmaz."
Jean kadının yanıtına dudak ucundan gülümsese de kadının endişesi hoşuna gitmiyordu. Adamın ismi dahi onu böyle allak bullak edebildiğine göre hayatında bir yeri olmuş olmalıydı -hatta belki de bir zamanlar hayatının tamamını kaplamış bile olabilirdi. "Hayaletinizin kalbini kırmış olabilir misiniz?" diye sordu. Rosie'nin dudaklarında güçlükle açılan gülümsemesine bakarken "Biliyorsunuz kalbi kırık bir hayalet size musallat olabilir," diye ekledi.
"Hayaletimin kalbini kırmadım, Mösyö." Sahibinin kafasında bir vazo kırdım, diye devam ettirdi içinden. "Marcus sadece bir hayalet," diye devam etti. Sesi de en az rengi kadar soluktu. Gecenin başındaki neşesi ve flörtöz tavrı kaybolmuş, yerine ciddi -fazla ciddi- bir kadın gelmişti. Öyle ki Jean neredeyse bu haberi verdiği için pişmanlık duymaya başlayacaktı. "Ama efendisi..." Alayla gülümseyerek bakışlarını yeniden adamın sıcacık kahvelerine dikti: "Efendisi muhtemelen cehennemin ta kendisi olurdu."
"Ondan..." Adamın fark ettiği şeyle kaşlarını çatılırken gülümsemesini tamamen sildi. "Ondan korkuyorsunuz."
"Haksız da sayılmam."
"Korktuğunuzu ilk kez görüyorum, Rosie."
"Neden?" Yüzüne dökülen saçlarını kulağının arkasına sıkıştırırken "Ben korkamam mı sanmıştınız Mösyö?" diye sordu. "Ben de herkes gibi canavarlardan korkuyorum."
Gülümsemesi gözlerine ulaşamadı -ki yalnız bu bile Jean'ın sarsılmasına yetmişti. Geçmişinde ne olduğunu, kadının ne yaşadığını bilmiyordu ama yolculuğun başından beridir sık sık boğazını sıvazlayan bembeyaz ellerinden onun gerginliğini anlayabiliyordu. Her ne yaşandıysa -Marcus'la ya da efendisiyle- iyi şeyler değildi; yaşanılanları hatırlamak dahi kadını üzmüş ve yıpratmış, hatta onun rengini tamamen kaybetmesine sebep olmuştu. "Bu nedenle mi," diye sordu farkında olmadan. "Bu nedenle mi tutuklanacağınızı düşünüyorsunuz?"
"Bilmemen daha iyi Jean."
"Size yardım edebiliriz."
"Hayır." Uzanıp adamın elini dostça tuttu. "Size sorduklarında hakkımda hiçbir şey bilmediğinize inanmaları gerek." Adamın konuşmasına izin vermeyerek "Soracaklar," diye ekledi. "Emin olabilirsiniz. Benim hakkımda bildiğiniz şeyler dışında daha fazlasını öğrenmeye çalışmayın."
Kadına tamamen dönerek doğrudan gözlerinin içine baktı. Dürüst bir cevaba ihtiyacı vardı. Şüpheyle yaşamını sürdüremez, dostunun hayatına giren bu kadının kim olduğunu bilmeden ona öylece güvenmeye devam edemezdi. Dostu için duyduğu endişe, sevgili okuyucu, kadın için duyduğu endişeden çok daha büyük ve gerçekti. Kadının, adamın kalbine pıhtı atacak bir yara olmadığından emin olmalıydı. Bu kalp kırıklığı ile daha fazla Léandre'nin kadına kapılmasına izin veremezdi. "Birini mi öldürdünüz Matmazel de Bellefleur?" Kadının önce çatılan, sonra alayla havalanan kaşlarına bakarken başını ciddiyetle salladı. "Eğer öyleyse..."
![](https://img.wattpad.com/cover/30362022-288-k445072.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çıplak Ayaklar
Fiction HistoriqueGeçmişinden kaçıp kendine Paris'te yeni bir hayat kuran cesur bir kadın ve geçmiş yaraları yüzünden hiç kimseye güvenemeyen bir silahşor... Hayat bu ikisini bir araya getirmeye kararlı. Ama onlar aşk için ne kadarını feda edebilirler? Hikaye tamamla...