Percy uzandığı kanepeden kalkmayı hiç istemiyordu. Annesinin evi, ona her zamankinden heyecanlı bir yer gibi geliyordu ki, bunun olacağını kırk yıl düşünse tahmin edemezdi. Bilmiş Kızı, kollarında yatıyordu ve Percy onu bırakmaktansa gigant kralı Porphyrion'un devasa sürüngen ayağının altında kalabilirdi.
Percy uyandığında gülümsüyordu. Bu o kadar nadiren olan bir şeydi ki keşke yanımda fotoğraf makinesi olsaydı diye düşündü.
Tüm kampın uyanması ve gazinoya akın etmesine daha epey vakit vardı ve canı kahvaltıdan önce biraz gezip hava almak istiyordu. Yatağında döndü ve battaniyesini üzerinden atıp ayağa kalktı. Pijamalarını çıkardı, kot pantolonunu giyip üzerine kamp tişörtünü geçirdi. Kulübenin penceresini açıp kafasını dışarı çıkarttı ve rahatlatıcı bir odun ve taptaze çilek kokusu taşıyan taze orman havasını içine çekti.
Percy kulübesinden çıkıp ormanda yürümeye başladı. Serin ve son derece hoş kokan bir Eylül havası vardı dışarıda. Kahvaltıdan önce denize gidip biraz kafasını dinlemek istiyordu. Hem böylece Annabeth'in son bir haftadır bu kadar soğuk ve uzak davranmasının nedenini bulabilirdi.
Gidip sora da bilirsin, diye düşündü. Tabii buna cesaretin varsa. Kıçımı tekmeleyecek.
Denize daldı ama tuhaf bir his onu sarstı: sanki deniz ona öfkeli gibiydi. Soluk alabiliyordu ama yine de nefes darlığı çekiyordu. Tıpkı ölümlülerin, kapalı bir yerde mahsur kalıp kendi üfledikleri karbondioksiti soludukları zaman hissettiği şeye benziyordu.
Denizde bir sorun vardı. Balıklar ve diğer canlılarsa bunu hiç fark etmemiş gibi görünüyorlardı. Hepsi de yüzmeye ve sohbet etmeye devam ediyorlardı.
Babası ona kızmış mıydı? Belki. Ama kızması için bir sebep yoktu ve öyle de olsa muhtemelen ona söylerdi. Hem o hiçbir şey yapmamıştı ki...
Denizden çıktı. Kahvaltı için açık hava gazinosuna doğru yürüdü. Normalde karşılaştığı kampçılar ona selam verirdi ama şimdi yalnızca ona dik dik bakıyorlardı. Ne oluyordu? Hatırladığı kadarıyla, kimseye bir şaka yapmamıştı.
Bugün herkes ters taraftan mı kalktı? diye düşündü. Neden bu kadar huysuzlardı? Hem, görebildiği kadarıyla herkes kendisi hariç herkesle gayet normal geçiniyordu. Çerçevede sırıtan tek kişi kendisiydi.
Sahilde yürürken biraz öteden gelen hışırtılar, zorla işitilebilecek iniltiler duydu. Şaşırmıştı; normalde kahvaltı zamanında herkes gazinoya giderdi. Kimse deniz kıyısında takılmazdı.Kimse deniz kıyısında takılmazdı, ama belki de biri onunla aynı amaçla gelmiş ve yaralanmıştı.
Sesleri kovuk denebilecek küçük bir mağaraya kadar takip etti ve hiç ummadığı bir manzarayla karşılaştı.
Kıyafetsiz iki kişi içeride sevişiyordu. Sarı saçlı, yaklaşık olarak kendi yaşlarında bir erkek bir kızla yiyişiyordu. Kızı öpüp kokluyordu, ama onu asıl yıkan kızın kendi kız arkadaşı olmasıydı.
"A-annabeth?" diye kekeledi.
Kız arkadaşı ona döndü ve yüzündeki tatlı ifade buharlaşıp gitti. Onun yerine korkunç bir öfke sarı bukleleriyle çevrelenmiş terli yüzüne yerleşti.
Öfkeyle "Perseus Jackson!" diye bağıran Annabeth giysilerini kapıp aceleyle üzerine geçirdi. İşi biter bitmez, ayaklarını yere vura vura ilerledi. Ona yaklaşırken, Percy derhal kaçması gerekiyormuş gibi hissetti. Bir yandan da hem çok öfkeli, hem sarsılmış, hem çökmüş, hem de darmadağın olmuş gibi hissediyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PJO- Gizli Karanlık
FantasyDördüncü ve şu anda heyecanla yazdığım hikayeme hoş geldiniz! Zeki ama biraz şapşal olsa da çok sevimli kahramanımız Percy Jackson'un başına gelen şeylerle ilgili kurgular yapıyorum. Aslında size çok daha ayrıntılı bir açıklama yapardım ama ne yazık...