9- İblis Nineler Tarafından Yok Ediliyorum [Percy]

201 21 8
                                    

 Percy lanetler ederek ilerlemeye devam etti. Midesi ağrıyordu ve yapabileceği hiçbir şeyin kendisini bu sıkıntıdan kurtaramayacağını biliyordu, hem de gayet iyi. Ölümün Kapıları’nı bulup Tartarus’tan defolup gitmek dışında yani.

 Tek sorun bu da değildi. Yüce çukur tanrısı onu heyecanla karşılamıştı. Normalde Percy biraz utansa da kendisini hevesle karşılayanları severdi, tabii Tartarus’un hevesli karşılaması kendisini öldürmeye çalışan canavarları peşine takmayı, yolunu zorlaştırmayı ve onu zırhına eklemeyi de içeriyordu ve bu da çukur tanrısını pek de iyi bir ev sahibi gibi göstermiyordu açıkçası.

 Gölden ayrılınca akan suyu izlemeye devam etmiş ve bir anda kendisini Lanetler Ormanı’nın kıyısında bulmuştu. Nehir buradan devam ediyor ve ormanın dışından ilerleyip daha da karanlık bir boşluğa ilerliyordu. Percy lanetlerin ruhlarıyla dolu bir ormana girmek istemiyordu ama karanlık boşluktan da epey tırsıyordu. Oraya girerse ne olurdu ki? Aslında, öğrenmese de olurdu.

 Durup ateş suyundan biraz daha içti. Aslında Phlegethon’un suyu yanından akıyordu ama içine şimdi diğer üç nehir de karışmıştı. Percy’nin de Styks ya da Cocytus’un sularından içmeye hiç niyeti yoktu zaten. Lethe mi? Koca bir I-ıh.

 Değneğinin üstündeki kapağı kapatıp yürümeye devam etti. Bir hışırtı duyduğunda başını çıplak ağaçlara çevirdi. Hızlıca çırpılan kanatların sesleri geliyordu ve ne yazık ki Percy’nin sahiplerine dair bir fikri vardı. Onlardan uzak durup durmaması gerektiğine de.

 İlk yaratıklar gelirken kenara çekildi ama çemberin içinde kalmaktan kurtulamadı. Nehir karışımlarına düşmek istemiyorsa çekilmekten başka şansı yoktu. Ama nehri kısa bir süreliğine yatağından kaldırıp karşıya geçebilse bile karşı kıyıda derin bir boşluk vardı ve Percy orayı keşfe çıkmaya hiç niyetli değildi doğrusu.

 Lanetlerin ruhları ona atıldılar. Ah, Perseus Jackson. Seni ne kadar özlediğimizi bilemezsin!

 Ya, ne demezsiniz, diye düşündü Percy. Bir an önce bu yaratıkları atlatmalı ve Ölümün Kapılarını bulmalıydı.

 Seninle paylaşacak daha da fazla lanetimiz var, diye yankılandı bedensiz ses. Pek çok kişi senden nefret ediyor. Tanrılar bile sana iyi dileklerini sunuyor Percy Jackson. Bırak da sana yaptıklarının bedelini ödetelim!

 Percy koşarak kaçmak istiyordu ama yapabileceği bir şey yoktu. Onu yakalarlardı ve yakaladıklarında da... ne olacağını düşünmek bile istemiyordu. En iyi ihtimalle çok büyük acılar içinde ölürdü ve sonra da Elysium’a giderdi, tabii Hades toplantıda verdiği desteği devam ettirirse.

 Yine de elinden geleni yaptı. Kollarını kaldırıp odaklandı ve arkasında kalan nehrin kabardığını hissetti. Tam Arai üzerine hamle yaptığı anda ellerini öne itti ve iki yanından fışkıran iki kocaman dalga, kükreyerek lanetlerin üzerine indi.

 Onlarcası anında küle dönüştü. Geri kalanları çığlıklar atarak kaçıştı ama dört nehrin sularını içeren özel karışım onları birer toz bulutuna çevirdi.

 Percy neden lanetlenmediğini merak etti. O kadar çok laneti öldürmüştü ki şu anda yerde ölmek üzere kıvranması gerekiyordu. Sonuçta onun yarattığı dalga ruhları yok etmişti.

 Ama sonra Arai ile bir önceki karşılaşması aklına geldi. O zaman da bir yandan Annabeth’i kollarken bir yandan da  kılıcıyla pek çok ağacı kesip onları takip edenlerin üzerine indirmiş ve Araileri böcek gibi ezmişti. Tıpkı babasının dağları düşmanlarının üzerine devirdiği zamanki gibiydi. Poseidon’la Annabeth’in hatıraları yüzünün seğirmesine neden oldu.

PJO- Gizli KaranlıkHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin