Reyna’nın Percy’le gitmesi için ikna olması gerekmedi.
Arkadaşını geride bırakamazdı. Percy, tüm Senato ve Romalılar için çok değerliydi, üstelik onun iyi bir dostuydu, onunla yol katetmişti. Buna, Reyna’nın ondan çok hoşlanması da dahildi.
Tamam, Venüs ona aşkı umduğu ya da aradığı yerde bulamayacağını söylemiş olabilirdi ama Percy onu kendisine yakın görüyor gibiydi. Hem Percy ona şunu da söylemişti: Kaderler değişir.
Kendi kaderi de değişmiş olabilirdi. Percy’nin kaderi, sonsuza kadar Tartarus’ta işlemediği suçun cezasını çekmekti ama işte yanındaydı. Kendi kaderi de bunun gibi olabilirdi.
Reyna, Percy yorgun uykusundan uyanana kadar etrafı kolaçan etmekle oyalandı. Jupiter Kampı’nda olsa her zaman yapacağı ya da vereceği işler onu sakinleştirip düşüncelerine odaklanmasına olanak sağlıyordu. Alışkanlık meselesi olduğunu düşündü.
Percy uyandığında yiyecek bulacağını söyledi ve ayrıldı, Reyna’nın kendisini izlemesinden utanmış gibi görünüyordu. Oysa Reyna sadece Percy’nin sorunun anlamaya çalışıyordu, uyuyan gence gözlerini dikip öylece baktığının farkına varmamıştı. Gerçi kafası hala doluydu, öyle ki Percy’nin geri dönüp bir ateş yaktığını ve ona kısaca bir bakıp bir şeyler pişirmeye başladığını bile zar zor görebilmişti.
“Ne düşünüyorsun?”
Reyna sıçradı. Percy’nin elinde bir tabakla geldiğini fark etmemişti.
“Bu nedir?” diye sordu tabağı alarak.
“Tavşan,” dedi Percy kendi etinden koca bir parçayı ağzına tıkarak. Reyna tabağı alıp yüzünü buruşturdu. “Cidden, yemek yeme alışkanlıklarını gözden geçirmelisin. Bir domuza benziyorsun.”
“Ya.” Percy en azından utanmış gözüküyordu. “T-tabii, halledebilirim. Üzgünüm.”
“Yemeğimizi yiyip yola çıkalım,” dedi Percy. “Şey... belki yol bulabiliriz. Şehre vardığımızda ne yapacağımızı tekrar düşünürüz.”
Ama şehre varamadılar. Çok geçmeden birkaç dracanae, onları mızraklarıyla kovalamaya başladı.
“Yine mi?!” diye feryat etti Reyna. Percy eski bir Yunan küfrü savurdu. “Bizi bırakmayacak bunlar.”
Koştular, ama birinin -Reyna emin olamamıştı- ayağı kaydı ve zeminde açılan bir arıtma kapağından aşağı düştüler. İlginç bir şekilde, etrafları ıslak değildi ve kanalizasyon kokusu gelmiyordu.
Percy hafifçe titredi. “Buradan çıkalım.”
“Nasıl? Hem, peşimizdeler!”
“Biliyorum. Ama burası Labirent.”
“Ne... nereden biliyorsun?” Reyna’nın sesi kendi kulaklarına dahi çok cansız gelmişti.
“Daha önce burada bir göreve çıktım... nerede görsem tanırım. Hiç şüphem yok, Labirent’teyiz.”
Reyna yukarı baktı. İçeri düştükleri kapak kaybolmuştu. “Ama...”
“Labirent’in sırrı bu işte,” dedi Percy kısık sesle. “Bir an sonra bile değişiyor. Asla yolunu bulamayasın diye.”
Reyna da öyle duymuştu, ama Labirent’e daha önce hiç girmemiş ya da giren birinden dinlememişti. Percy yolu bulamayacaklarını söylerken gayet emin görünüyordu, açıkçası Reyna az da olsa paniklemeye başladığını hissetti.
“Ne yapacağız peki?” diye sordu güçsüz görünmemeye çalışarak.
“Yürüyeceğiz,” dedi Percy. “Ve bir çıkışa rastlamayı ümit edeceğiz.”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PJO- Gizli Karanlık
FantasyDördüncü ve şu anda heyecanla yazdığım hikayeme hoş geldiniz! Zeki ama biraz şapşal olsa da çok sevimli kahramanımız Percy Jackson'un başına gelen şeylerle ilgili kurgular yapıyorum. Aslında size çok daha ayrıntılı bir açıklama yapardım ama ne yazık...