Reyna uyandığında büyük bir ağacın altında uzanıyordu. Üzerinde dallar ve yapraklardan yapılmış küçük bir çardak vardı ve en kötüsü, burada ne işi olduğunu bilmiyordu.
Gözlerini tekrar kapatıp inledi ve ağrımaya başlayan başını ovuşturdu. En son hatırladığı şey neydi? Hafızasını kontrol etti ve bir hayal görmemiş olduğunu umdu.
Reyna Jüpiter Kampı’ndan ayrılmış, bir süre ablası Hylla ile yaşamak istediğinden Seattle’a doğru yola çıkmıştı. Bunun için en güvenli yöntem elbette bir pegasusla gitmekti ama Reyna Lord Pegasus’un kendisine verdiği at dostu unvanını kötüye kullanmak istemiyordu. Herhangi bir kanatlı atın kendisine yardım edeceğini biliyordu ama yine, unvanını çıkarlarına kullanmak dürüst bir Romalının yapması gereken bir şey değildi.
Bu yüzden bir tüm Senatoyla kampın hizmetleri nedeniyle almasında ısrar ettiği lejyon arabasıyla gitmişti ama bir tünele girdikten sonra yolunu kaybetmişti. Tünelde ikili çataldan nedense parıldayan Kuzey tabelasına dönmüş, bir süre gittikten sonra tünelden çıkıp bir orman yoluna girmişti.
Reyna aklına gelenleri defetmek için gözlerini kapattı. Arabası nedense bir anda bozulmuş, o da belki de motorun suyunun bittiğini düşünüp doldurmak için inmişti. Lakin kaportayı açar açmaz bir böğürtü duymuş ve kılıcını çekmişti.
Bunu tam zamanında yapmıştı çünkü ufak bir kiklop sürüsünün liderinin sopasını kafatasını darmadağın etmekten son anda alıkoymuştu. Fakat canavarlar epey aç gibilerdi ve üstüne atlamışlardı.
Reyna az daha ölecekti. Hepsini alt etmeyi ve dosdoğru Tartarus’a yollamayı başarmıştı ama bir tanesi bir baltayı kendisine savurmuş ve kalçasının hizasını yarmıştı. Reyna sürünerek ilerlemeye, birilerinden yardım istemeye çalışmıştı. Derken bir çalılığı zorlukla geçip Percy’le karşılaşmıştı ve...
Percy.
Reyna onu aylardır görmemişti. Onu bir dost olarak kabul etmeye çalışmıştı ve tanrılar tarafından cezalandırıldığında çok üzülmüştü. Percy’nin ölümcül hatası sadakatiydi yani birilerine ihanet etmesi de mümkün değildi. Bu durumda onu neden sürgün etmişlerdi ki?
Yeni Roma’ya ilk geldiklerinde, Baküs Çeşmesi’nde Annabeth Chase’e söylediği şeyi hatırladı: bazen tanrıçalar bile hata yapabilirlerdi. Aslında, sık sık hata yapıyorlardı.
Kendine daha fazla hak veremezdi.
Yattığı yerden kalkıp küçük çardağın dışına adım attı. Onu buraya Percy’nin getirmiş olduğunu tahmin ediyordu, onu bulsa iyi olacaktı.
O dışarı emeklediği anda biri konuştu: “İyi misin Reyna?”
Kafasını sola çevirince Percy Jackson’la karşılaştı. Nep-Poseidon’un oğlu, onu en son gördüğünden beri değişmişti. Onun tanıdığı Percy Jackson neşeli, vurdumduymaz, iyi kalpli ama baş belasıydı; suskun, asık suratlı, çökmüş ifadeli değil.
“Ben iyiyim.” Reyna dudaklarını büzdü. “Bu sorunun asıl sana sorulması gerektiğini düşünüyorum.”
“Peki o zaman.” Percy elini saçlarının arasından geçirdi. “Kendimi berbat hissediyorum.”
Reyna ona doğru ilerledi ve yanına oturdu. “Neden? Ne oldu?”
“Ne olmadı ki?” dedi Percy ters ters. “Her şey oldu!”
Reyna geriledi. Böyle bir tepki beklemiyordu. “Percy...”
“Özür dilerim.” Percy titrek bir nefes alarak ellerini yumruk haline getirdi. “Bak, sana bağırmak istemezdim ama çok şey... anlatmasam daha iyi olacak.” Ayağa fırladı ama Reyna onu gerisingeri aşağı çekti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PJO- Gizli Karanlık
FantasíaDördüncü ve şu anda heyecanla yazdığım hikayeme hoş geldiniz! Zeki ama biraz şapşal olsa da çok sevimli kahramanımız Percy Jackson'un başına gelen şeylerle ilgili kurgular yapıyorum. Aslında size çok daha ayrıntılı bir açıklama yapardım ama ne yazık...