Percy etrafına baktığında, arazinin bir şekilde kendisine tanıdık geldiğini fark etti. Pek hatırlamıyordu ama yerler çamurdu ve bu da ona son derece alışılmış geliyordu, oysaki Tartarus’ta yürürken çamurla karşılaşmamıştı. Eğer nehir kıyısındaysa kum ya da çamur yerine kırık cam parçaları vardı, eğer ovadaysa da ince bir kumlu toprak katmanının altında tek parçaymış gibi gelen bir deri.
Midesi daha da bulandı fakat kusmamaya kararlıydı. Midesinde ateşten başka bir şey yoktu ve bunu çıkarmak içeriye sokmaktan daha acılı olacağa benziyordu. Onun yerine çamurda yürürken ayağının altındaki gıcırtılara aldırış etmeyip derin soluklar alarak midesini yatıştırmaya çalıştı. Tek düzünün üstüne çöktü ve yaklaşık iki dakika boyunca öylece kaldı.
Bir anda yerini kavradı: bataklık. Elbette, zemin yumuşaktı (iğrenç) ve ayakları ağırlığından kolayca içine gömülüveriyordu. Tartarus’ta yumuşak bir toprak ya da bataklık olduğunu hatırlamıyordu; Damasen’in bölgesi hariç.
Acaba burası onun bataklığı mıydı? Percy umudunun yükselmesine engel olamadı. Barışçıl gigantı gerekten çok sevmişti. Gigant hayatını kurtarmış ve karşılında ondan hiçbir şey istememişti. İyi kalpli bir giganttı ve kendi türünün tek örneğiydi.
Ama barışçıl gigantın düşüncesi aklına tekrar Annabeth’i, Bob’u ve Küçük Bob’u getirdi. Yumruklarını sıktı. Neden ondan kurtulmak bu kadar zordu? Kaderler ona zerre kadar acımıyorlardı. Ona ihanet ettiği yetmezmiş gibi, hangi taşı kaldırsa altından onun hatırası çıkıyordu.
Kükürtlü havadan derin bir nefes alarak titrek de olsa yürümeye çalıştı. Ama başı döndü ve tekrar yere düştü.
Percy uyandığında etrafına bakındı ve fazlasıyla tanıdık bir ortamda bulunduğunu fark etti. Tabii bir de kiraz derili koca bir gigantı. “Damasen!”
“Merhaba, Percy Jackson,” diye selam verdi gigant. Elinde bir şey tutuyordu ve yanına geldiğinde Peercy bunun bir kase olduğunu gördü. “İç.”
Percy itaat etti ve ahşap kabı dudaklarına götürüp içindeki çorbaya benzer şeyi yuttu. Ardından kaseyi Damasen’e uzattı. “Teşekkür ederim.”
“Önemli değil.” Gigant onu tepeden tırnağa inceledi. “İki sefer evime geliyorsun, ikisi de ağır yaralı. Seni bitkilerimi toplamaya giderken buldum. Yerde yatıyordun.”
“Lanetlerle karşılaştım,” dedi Percy kısaca. “Ölümün Kapılarına gidiyordum.”
“Belli oluyor.” Damasen yerinden kalkıp kaseyi kazanın yanına bıraktı. Ardından yana eğildi.
“Denizin oğluna benden bir hediye.” Gigant yan tarafından bir kürdanımsı bir şey daha aldı ve ona uzattı. “Madem seninle ölümcül bir savaşa daha gireceğiz, bir silahın daha olmalı.”
Percy elindeki kemiği inceledi. “Bir tabanca mı?”
“Büyülü,” dedi Damasen. “Ateş ettiğinde tekrar dolar. Doldurmana gerek yok.”
“Vay canına.” Percy hayranlıkla silahı inceledi. “Çok havalıymış.”
Gerçekten de öyleydi. Melezlerin çoğu barutlu silahlar kullanmazdı, ne de olsa bu tür aletlerin melezlerin elinde sağı solu belli olmuyordu. Tetiği sıkışıp düşmanları defedemeyeceği gibi, bir anda ters ateş açabilir, kullanıcısını delik deşik edebilirdi. Melezlerin gücü arttıkça telefon ve tabanca gibi silahları kullandıklarında maruz kaldıkları risk artıyordu.
Bazı küçük tanrıların çocuklarının- küçük ve pek de gücü olmayan, sadece Sis’in ardını görebilen ve kamplara girebilen çocuklar- ateşli silah kullandıkları olurdu elbette, ama mermileri kesinlikle büyülü metallerden olurdu ve bu mermiler de kullanıldıklarında çözünüp giderlerdi. Percy kardeşlerinden biri olan Sciron’un o ve Annabeth buradayken ll. Argo’ya bir çift tüfek ve ilahi bronz mermilerle saldırdığını duymuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
PJO- Gizli Karanlık
FantasíaDördüncü ve şu anda heyecanla yazdığım hikayeme hoş geldiniz! Zeki ama biraz şapşal olsa da çok sevimli kahramanımız Percy Jackson'un başına gelen şeylerle ilgili kurgular yapıyorum. Aslında size çok daha ayrıntılı bir açıklama yapardım ama ne yazık...