16.Bölüm🔮

103 21 1
                                    

Eski odamız olan,şu anda Luna'nın kaldığı,odanın penceresinden dışarı bakarken nehrin aşağısındaki evlerde oturan iki kadının bizim eve bakıp bir şeyler konuştuğunu gördüm. Kesin Marcus'un döndüğünü görmüşlerdi. Dedikodu için geç bile kaldınız diye içimden geçirip odadan çıktım. Marcus dün gece bizim evde kalmıştı. O kadar halsizdi ki onu bir otele götürememiştik. Ayrıca annem otele göndermek olmaz demişti. Antareslere gitse babası kızabilirdi. Araları yeni düzelmişken yeni bir kavganın çıkmasını istemiyordum. Sophie'nin evinde kalsa o da olmazdı. Şimdilik bakıma muhtaçtı ve Sophie'ye bunu yükleyemezdik. En doğrusu bizim evde kalmasıydı. İnsanların ne dediği umrumda değildi. Gidip onlara kara büyü mü anlatacaktık sanki. İstesek de anlatamazdık zaten. Bayan Kate ve ailesi de kesin Marcus'un döndüğünü görmüşlerdi ama gelip de dedikodu malzemesi için Marcus'u görmemişlerdi. Üstelik onlara gerçek durumu anlatmasak da bizi anlayacaklarına emindim. Onlar iyi insanlardı. Salonun kapısının önüne gelip içerdekilerin ne yaptığına baktım. Marcus kaltuğa uzanmıştı. Üzerinde boynuna kadar örtülmüş bir battaniye vardı. Hemen yanında oturan Luna onun saçlarını okşuyordu. Televizyonda bir film vardı. Onlar bu kadar odaklanmışken içeri girip ortamı bozmak istemedim. Yavaş adımlarla mutfağa girdim. Babam sandalyesini pencerenin önüne çekmiş kahvesini yudumluyordu. Kahvenin kokusu burnuma gelince benim canım da kahve içmek istedi. Hemen elimde olsun istediğim için asamı oynatıp fincana kahve döktürdüm. Sıcak suyu da ekleyince fincan uçarak elime geldi. Gidip babamın yanına oturdum.
"Büyüyle mi kahve yapıyorsun?" Dedi bana bakarak. Gülümsedim.
"Biraz büyünün kimseye zararı olmaz. Annem nerede?"
Babam kahvesinden bir yudum alıp konuşmaya başladı.
"Alışverişe gitti. Benim izim günüm olduğu için evde kaldım. Kendi başıma halledebilirim dedi."
İçimi çekip kahvemden bir yudum aldım.

Babamla muhabbet ederken Luna mutfağa geldi. Tezgaha yaslanıp grimsi saçlarını omzundan arkaya attı. Kahvemi bitirip konuşmaya başladım.
"Bir şey mi oldu?"
Luna dudaklarını ısırdı.
"Marcus'un dayısı geri gelecek diye korkuyorum. Evimizi biliyor. Marcus'un bizi bulduğunu düşünüyorsa gelecektir. Ya hepimizi öldürmeye kalkarsa?"
Bakışlarımı babama çevirdim. Çenesini sıkıyordu.
"Hiçbir şey yapamaz. Ben hepinizi korurum." Dedi tok sesiyle. Babama güveniyordum. Bizi koruyabilirdi. Dün gece Antares ile birlikte Marcus'un içindeki kara büyüleri çekmişlerdi. Marcus daha iyi görünüyordu. Luna yanımıza gelip ikimize birden sarıldı.
"Yine eskisi gibi olacağız değil mi?" Dediğinde gülümsedim. Hafiften gözlerim dolmuştu.
"Siz her zaman benim gökyüzündeki incilerim olacaksınız." Dedi babam gurur dolu bir sesle. Ayrıldığımızda Luna ile birlikte Marcus'un yanına gittik. Bizi görünce gülümsedi. Babam broşunu çıkartman gerek dediğinde üzüldü ama broşa fazlaca kara büyü depolanmıştı. Çıkartması gerekiyordu. Bizdeki minik bir kutuya koyduk. Ailesinden kalan tek hatırayı atmaya içi el vermemişti. Onu çok iyi anlıyordum. Yanına oturduğumda elimi tuttu. Gözlerinin önüne düşen kahverengi saçları her zamanki gibi isyankar bir havadaydı. Yine özür dileyecekti muhtemelen. Onu affettiğimizi söylediğimizi unutuyordu.
"Büyü yapmayı özledim ama unutmuş olabilirim. Birlikte yapalım mı?" Dediğinde şaşırdım. Bu kez onu affettiğimizi unutmamıştı galiba.

Benim odama gidip kapıyı kapattık. Luna yeni aldığı asasını inceliyordu. Masadaki kitaba uçurma büyüsü yaptı. Kitap ona itaat edip bir süre uçtu. Yerine konduğunda Luna hafifçe gülümsedi. Marcus'a döndüm.
"Bu büyüyü sen de dene. Hem alıştırma yapmış olursun. Unutma, içinden kitabı uçuracağını geçirmen gerek."
Marcus asasını havaya kaldırdığında elinin titrediğini gördüm. Bunun sebebi unutmuş olacağını düşünmesi miydi yoksa asasını dayısına kaldırmış olma ihtimali mi bilmiyordum. Kaşlarını çatıp masanın üzerinde duran kitaba odaklandı. Bir süre kitap kıpırdamadı bile ama sonra yavaşça havaya kalktı. Marcus'un asık yüzü bununla birlikte aydınlandı ve asasını tutan eli güçlendi. Kitabı neredeyse tavana kadar kaldırdı. Ne zaman böyle yapsa kitabı bize fırlatmaya çalışırdı. Tahmin ettiğim gibi kitabı çevik bir hareketle Luna'ya doğru fırlattığında o tarafa doğru bir koruna büyüsü yaptım. Kitap Luna'ya santimetreler kala durdu.
"Ben yokken akıl okumayı mı öğrendin Alnilam?" Dedi Marcus gülerek. Dudağım yukarı kıvrıldı.
"Aklından geçenleri bilmem için özel güçlere gerek yok M."
Havada asılı duran kitabı büyüyle ona yönlendirdiğimde bildiğim en güçlü koruma büyüsünü yaptı. Etrafında kırmızı bir bulut var gibi görünüyordu. Kaşlarım hayretle havaya kalkarken Luna kitabı büyüyle masanın üzerine bıraktı.
"Bunu nasıl yaptın?" Dedim hayretle. Marcus asasını hafifçe sallayarak büyüyü yok etti. Yüzüne bir keder ifadesi yerleşmişti.
"Dayım öğretmişti. Çok küçüktüm. Evde deneye deneye iyice geliştirdim. İsterseniz size de öğretebilirim."
Luna ile hevesle başımızı salladık. Yan yana geçtik. Marcus asalarımızı nasıl tutmamız gerektiğini, içimizden geçireceğimiz kelimeleri anlattı. Bir süre sonra denediğimizde Luna ile aynı büyüklükte koruma büyüsü yaptık. Marcus'un yaptığı kadar büyük değildi ama başlangıç için fena sayılmazdı. Marcus alkışladı.
"Güzel. Çalışarak benim kadar büyüğünü yapabilirsiniz."
Reverans yaptığımda güldüler. Yatağa oturup derin bir nefes aldım. Yorulmuştum. Antares'i de çok özlemiştim. Neden gelmemişti sabahtan beri? Babasıyla kavga mı etmişti yoksa? Marcus ile Luna'yı büyü çalışırken bırakıp odama gittim. Telefonum komodinin çekmecesindeydi. Hevesle açıp mesaj ya da arama var mı diye baktım. Mia mesaj atmıştı. Yarın gece evlerinde parti vardı. Gidebiliriz diye düşünüp başka mesaj var mı diye baktım. Yoktu. Kimse de aramamıştı. Antares'in aklına bile gelmemiş miydim? Saat dört olmuştu. Telefonu yatağa bırakıp sırtımı duvara yasladım. Nasıl aklına gelmezdim? İçerden Luna ile Marcus'un gülüşme sesleri gelince daha çok sinir oldum. Luna onu her gün görebiliyordu. Bense oturmuş çaresizce Antares'in bana mesaj atmasını ya da aramasını bekliyordum. O aramadan aramayacaktım ben de. İnadım tutmuştu.

Hava kararana dek odamda aynı yerde oturdum. Telefon çalmamıştı. Acaba Marcus bizde kalıyor diye trip mi atıyordu? Eğer öyle düşünüyorsa çok kırılırdım. Marcus her zaman benim kardeşim olarak kalacaktı. Yüzüm asılı otururken kapım açıldı. Kapıya arkamı döndüm.
"Karanlıkta bir başına ne yapıyorsun burada?" Dedi annem. Omuz silktim. Işığı yakıp yanıma oturdu. Duvardaki yıldız şekline bakıyordum. Canım çok sıkkındı.
"Kavga falan mı ettiniz?" Dedi merakla. Başımı iki yana salladım.
"O halde Antares ile ilgili bir sorun var."
Soru sorar gibi konuşmuştu. Derin bir nefes aldım. İyice yanıma yaklaşıp elini omzuma koydu.
"Sorun ne Alnilam?"
Gözlerimin dolduğunu hissediyordum. Konuştuğum anda ağlayabilirdim. Yine de içimden konuşmak geliyordu. Yoksa kalbimdeki sıkıntı beni boğacaktı.
"Sabahtan beri ne aradı ne de mesaj attı. Marcus'un bizde kalmasına mı bozuluyor bilmiyorum. Hiç böyle yapmazdı."
Gözyaşları gözlerimi yakarken ağlamamak için çenemi sıktım. Annem bir süre konuşmadı. Ona döndüm. Yüzünde anlayışlı bir ifade vardı.
"Öyle düşünüyorsan sen ara onu. Sorun ne de. Belki de önemli bir şey olmuştur ve aramaya vakit bulamamıştır."
Başımı salladım. Annem beni öpüp ayağa kalktı.
"Çabuk ol. Birazdan yemek yiyeceğiz." Dedi kapıdan çıkarken. Telefonu elime alıp Antares'in numarasını tuşladım. Ne derse desin onu affetmeye dünden razıydım. Telefondan gelen ulaşılamıyor sesi bütün ümitlerimi yıktı. Ne demek ulaşılamıyor? Telefonunu mu kapatmıştı? Belki de ben aramayayım diye. Telefonu hırsla ileri ittim. Bu kadarını tahmin etmemiştim. Odamdan çıkıp banyoya girdim. En iyi ağlama yeri burasıydı. Kurulmuş bebek gibi birden ağlamaya başladım.

"Alnilam iyi misin? Çık artık. Yemek yiyeceğiz. Herkes seni bekliyor. Babam meraklanmaya başlarsa her şeyi anlatmak zorunda kalırsın."
Luna kapıdayken gözyaşlarımı sildim. Lavaboya gidip yüzümü yıkadım.
"Geliyorum."
Yüzümdeki kızarıklığın geçmesini bekleyip mutfağa girdim. Babam ve Marcus bir şeye gülüyorlardı. Yerime oturduğumda babam bana döndü.
"İyi misin Alnilam?" Dedi ciddi bir ifadeyle. Az önce gülüyordu ama şimdi son derece ciddiydi. Bu ani duygu geçişlerine hayrandım. Yutkundum.
"İyiyim baba. Üzerime yemek dökmüştüm de onu temizlemeye çalıştım. Olmayınca başka kıyafetler giydim."
Babam gözlerini kısıp kıyafetlerime baktı. Lütfen, sabah da bunları giydiğimi hatırlamasın diye dua ederken annem tabağına bir parça et koydu. Babam eti çok severdi. Bakışlarını benden çekip yemeye başladı. Derin bir nefes alıp çorbamı yemeye başladım. Luna bana göz ucuyla bakıyordu. Dudağımı büzdüm. Durumu anlamış gibi başını salladı. Belki de anlamıştı. Konuşmadan anlaştığımız zamanlar oluyordu. Büyük bir çabayla epey yemek yedim. Midem bulanıyor gibiydi. Üstelik sanki kulaklarıma bir müzik sesi geliyordu. Komşular şarkı açtı herhalde diye düşünürken babam çatalını tabağına bırakıp kulak kabarttı.
"Sanırım içerde müzik çalıyor. Televizyonu açık mı bıraktınız?" Dedi merakla.
"Kapatmıştık baba." Dedi Luna. Ben de müziği daha iyi duymak için kulak kabarttım. Bu şarkı Antares'in bizim şarkımız olsun dediği şarkıydı. En son telefonumun zil sesi yapmıştım. Galiba telefonum çalıyordu. Masadan hemen kalktım.
"Telefonum çalıyor galiba." Diye geveleyip odama koştum. Telefonu ittirdiğim için yatakla duvarın arasına sıkışmıştı. Alıp kimin aradığına baktım. Sophie arıyordu. Hemen telefonu açtım.
"Alnilam neredesin be kızım? Ne kadar zamandır sana ulaşmaya çalışıyorum." Dedi kızgın bir sesle.
"Yemek yiyordum. Bir şey mi oldu?"
Sophie nefesini dışarı verdi.
"Evet. Alfred amcam kalp krizi geçirdi. Antares'in babası yani. Antares odasında onu hareketsiz bir şekilde bulmuş. Öldü sanmış. Ne yapacağını bilememiş. Aklına beni aramak gelmiş. Ben de hemen ambulansı aradım. Şu anda hastanedeyiz. Antares'in telefonu evde kalmış. Kusura bakma, daha önce aramaya fırsatım olmadı. Alfred amca biraz daha iyi. Antares de kahve almaya gitti. Bana Alnilam'a haber ver dedi. O kadar çok korktuk ki ne düşüneceğimizi bile bilemedik."
İçimi bir pişmanlık kapladı. Antares babasının canı için uğraşırken ben ergenler gibi beni aramadığından yakınmıştım.
"Ben de gelsem mi?" Dedim mahcup bir sesle.
"Yarın gelirsin. Bu gece ben de kalacağım. Yarın dinlenmek için eve giderim. Antares geldi. Siz biraz konuşun."
Telefonu Antares'e verdi.
"Alnilam başıma neler geldi bilemezsin. Seni aramak için fırsatım olmadı. Özür dilerim. İyi misin?" Dediğinde gözyaşlarım gözlerimden süzülmeye başladı.
"Ben iyiyim. Sen nasılsın? Üzülme. Baban iyiymiş. Ben de sabah erkenden geleceğim." Dedim sesimi kontrol etmeye çalışarak. Antares nefesini dışarı verdi.
"Seni özlüyor olacağım minik yıldızım. Seni çok seviyorum."
Gülümsedim.
"Ben de. Kendine iyi bak." Dedim içten bir sesle. Sophie'nin şarjı bitebilir diye fazla konuşmadık. Yine de bu kadar konuşma bile kalbimdeki acıyı yok etmeye yetmişti. Antares'i gerçekten çok seviyordum.

Gökyüzündeki İncilerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin