"Akrobat Olamayanlar"

23 10 7
                                    


  GEÇMİŞ

                Ozan, açık pencereden küçük gövdesini aşağıya sarkıttı. İkinci kattan çocukların bağrışmaları ve gülüşmeleri onu heyecanlandırıyordu. Meraklı gözlerle futbol oynayan, kan ter içinde kendini kaybetmiş, soluk soluğa hala top sektirmeye çalışan çocuklara baktı. Siyah tişörtlerinin sırtları terlerinin tuzundan beyazlamışken onların bu umurunda değilmiş gibiydi. Yüzünde kocaman gülümsemeyle güneşin aydınlattığı sahaya dalarken tek düşüncesi kendini de terli siyah tişörtle görmekti. Ozan, yaptı da. Hayalinde deli gibi arkadaşları ile koşturdu. Top sektirdi. Güneşin cildinde endişelenmeden gezmesine izin verdi. Terledi, boğazı kahkahalardan ve sık aldığı nefesler yüzünden kurudu. Ama o, o kadar kendini eğlenceye kaptırmıştı ki su içmek için durmadı.

"Bak. Bak!" Diye dürttü sahanın yakınında oturan üç kişiden biri arkadaşını. Parmağı ile camda sarkıp dudaklarında aptal bir sırıtışla oyun oynayan çocukları izleyen Ozan'ı gösteriyordu.

"Görüyor musunuz şu kan emiciyi? Anneciği beden derslerinde dışarı çıkmasını istememiş." Lafının üstüne kahkahayı patlatınca arkadaşları da bu çocuğa katılıp gülmeye başladı. Dürttüğü arkadaşı aldığı cesaretle hemen söze atıldı.

"Yoksa vampir değil de şeker misin sen? Eriyor musun güneşte kalınca?" Gülüşmelerin arasında Ozan'ın morumsu gözlerinden bir yaş damlası düştü. Dudaklarında ki gülümseme yavaş yavaş sönerken beyaz kafasını camdan çekip onların görüş alanından çıkabilmek için duvara sığındı. Nefret ediyordu buradan! Bu çocuklardan; hele ki doya doya top oynayanlardan! En çok onlardan nefret ediyordu. Ama yapabileceği bir şey yoktu. Güneşle pek arası yoktu. Dizlerini tahta sırada kendine çekti ve yalnız sınıfta bile gözyaşlarını saklamak için kafasını dizlerine gömdü. O anda son dersin bitişini haber veren melodisini ezberlediği zil çaldı. Ozan ağlayarak ilk önce şapkasını sonra gözlüğünü taktı. Çantasını da küçük omuzlarına bindirdikten sonra şemsiyesini de açıp okuldan çıkmak için adımlamaya başladı. Herkes kendisinden farklı yaratılmış çocuğa binadan çıkana kadar canavarmış gibi baktılar. Tabii öyle bakacaklardı... Yağmur yağmıyor diye düşündü küçük Ozan. Ve ben şemsiye taşıyorum. Kafası eğik evine doğru yürüdü yol boyunca. İnsanların güneşin altında çıkarttığı kısa gölgelere baktı. Siyah camlı gözlüklerinden belli etmese de sessizce evine gidene kadar ağladı. Eve girdiğinde mutfaktan müzik sesleri geliyordu. Annesi yemek yapıyordu muhtemelen. Şemsiyesini kenara bırakıp şapkasını astığında annesi tatlı bir heyecanla oğlunu karşılamaya gelmişti. Çocuğuna sarılıp pürüzsüz yanaklarından öptü.

"Anne." Dedi Ozan üzgün bir ifadeyle ona bakarken. Okul çantası düşük omuzlarından kaymak üzereydi. Gözleri yine dolu dolu olmuştu. Annesi oğlunun ağlamaklı sesini duyunca endişe ile durakladı. Çocuğunu saniyeler içinde gözüyle kontrol etti.

"Ne oldu? Güneş kremini mi sürmeyi unuttun? Canın acıyor mu?" Küçük çocuk hayır anlamında başını sallarken yüzü de üzüntülü bir biçimde buruşmuştu. Pembe dudağı çirkin bir biçimde kenarlarını aşağı sarkıtınca iç çeke çeke Ozan, konuşmaya başladı.

"Anne... Ben... Ben... Yaşamak istemiyorum!" Hıçkırıklara boğulunca inip kalkan omuzlarından çanta kendini yere attı. Annesi elleri çocuğunun omzunda kalmış ne yapacağını bilemediği bir korkuyla oğluna bakıyordu. Ozan, gözlüklerini çıkarıp yere atınca nemli mora çalan mavi gözleri gözüktü. Parmağı ile gözlüğü işaret etti.

"Bunu takmak istemiyorum!" Daha sonra kenarda duran küçük şemsiyesine uzattı işaret parmağını.

"Bunu da... Bunu da istemiyorum!" İç çekişleri o kadar acı vericiydi ki annesi için... Ozan'ın babası da albinoydu. O olsa belki çocukta işe yarayacak bir şeyler söyleyebilirdi ama kadın Ozan'ı anlayamazdı. Ne hissettiğini bilemezdi.

Gözyaşının İçiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin