Sadece sahip olduklarımızdan ibaretsek? Özgürleşmek için her şeyi kaybetmek gerekiyorsa, özgürleşmek için kendimizi mi kaybetmeliyiz? Şimdi Yavuz, kendini kaybetmiş sayılıyor muydu? Yok mu oluyordu? Yoksa yeniden mi doğuyordu? Benliğinin depremine yakalanmış, kucağında birbirine saldıran titrek ellerine bakıyor, kadının bakışları ile göz göze gelmemeye çalışıyordu. Neyden korkuyordu? Yavuz biliyordu. Kendini kaybetmemişti. Kendini bulmuştu. Ve bu farkındalık çocuğu, kadının öğrenmiş olduğu gerçeğinden daha çok korkutuyordu. Artık o saklandığı karanlık yerde bir ışık onu fark etmişti. Ve biliyordu ki ne zaman kadının mavilerine bakmaya kalksa herkes de yakaladığı o tuhaf bakışları görecekti. Bir türlü de anlamıyordu bunu. O da hissediyor, duyuyordu. İnsanları anlıyor, çığlıklarını duyuyordu. Ama neden o bakışlarla bakıyorlardı Yavuz'a? Neden ondan korkuyorlardı? En önemlisi; Yavuz biliyordu. Ondan tiksiniyorlardı. Çocuk oturduğu pastane sandalyesinde derin bir nefes aldı. Kesik nefesi göğüs kafesini havalandırdı. Ama aldığı nefes ona yetmedi. Bronşları patlayana kadar havayı içine çekmek istiyordu. O kadar nefes almak istiyordu ki oturdukları bu pastanedeki bütün oksijeni bitirip karşısındaki kadınla uğraşmak zorunda kalmasın istiyordu. Bu düşüncesiyle içten içe dalga geçti. Şimdi belki de tam bir katil olmuştu. Bir ümit derin bir nefes aldı Yavuz. Hayalinde bütün odayı da nefesiyle beraber gömüldüğü karanlığa çekti. Ayak bileklerini saran kara balçık git gide Burcu'nun oturduğu sağlam olmayan sandalyeyi içine aldı. Kadının pürüzsüz bacaklarına sarılırken oradan parlak saçlarını siyaha boyadı. Aynı şey Yavuz'a da oluyordu ama çocuk aldırmıyordu. Çünkü o kadar pis yaratık olmuştu ki zihninde, bu kara balçıkta artık nefes alabiliyordu.
"Seni buraya çağırmak aptallıktı." Dedi kadın. Siyah sıvıda sadece kafası gözüküyordu.
"Senden şüphelenmekte bir aptallık." Daha sonra Yavuz'a masanın üzerinden ince parmaklarını uzattı.
"Evde konuşalım olur mu?" Bakışları... Hala aynıydı. Hala çocuğa sevgiyle bakıyorlardı. Yavuz, böylece kadının narin parmaklarına tutundu. Son bir umut... Vazgeçmedi. Belki de diye düşündü... Belki de bu lanet yerden onu kurtaracak, kendinden onu kurtaracak olan Burcu'ydu. El ele yürüdüler bir müddet. Ne kadın ne de adam bir şey söyledi. Lekeli kaldırımları, top oynayan, tişörtleri sırılsıklam çocukları, çarpık çurpuk bir sürü evi geçtiler böylece. En sonunda her şeyin ana kaynağı olan eve geldiler. Kimse görmüyordu ama Yavuz, hissediyordu. Ev, o karaltının geldiği çeşmeydi. Kapısından her tarafa sızıyor, merdivenlerinden iğrenç bir sesle ayaklarına ulaşılıyordu. Ev, Yavuz'un çöplüğüydü. Birkaç ay önce hayat denen herif onu kirli pençeleri ile buraya atmış daha sonra çarpık gülümsemesi ile çocuğa alayla bakarken, "Başının çaresine bak." Deyivermişti. Kadın Yavuz'a kapıyı açtı ve o kirin içinde, karanlık ruhunu aydınlatan gülümsemesiyle çocuğu çağırdı. Bir an olsun gülümseyebildi Yavuz. Şimdi anlamıştı. O, onu seven kadındı ve bu değişmeyecekti. Ya da öyle umuyordu. Kapıdan içeri girdi. Kafası susmak bilmiyordu. Titreyen, terlemiş elleriyle siyah kabanını çıkaracaktı ki Burcu parmaklarıyla çenesini kavradı. Daha sonra eğik başını hafifçe yüzüne kaldırdı. Ağlıyordu.
"Sen... Neden?" Yavuz cümlesini tamamlamaya zaman bulamadı. Kadın büyük bir coşkuyla, tuzlu dudaklarıyla Yavuz'u öptü. O çelimsiz elleriyle çocuğu o kadar sarmalamıştı ki Yavuz çekilirse kadının düşeceğini hissetti. O da bunun üzerine kadını daha da sıkıca tuttu. Burcu hem ağlıyor hem de Yavuz'un ağzının içini bir düşmanmışçasına istila ediyordu. Ayrıldığında kadının suratında siyah çizgiler kendilerine yol çizmişlerdi.
"Bekle burada." Dedi.
"Beni beklerken otur buraya." Ağzında hala gözyaşlarının tadı kalmış çocuğu onlara arkası dönük olan tek kişilik koltuğa oturttu. Daha sonra aceleyle odalardan birine koşturdu. Ayaklarının, ufak darbelerinin sesini duyabiliyordu. Huzurlu hissetmeliydi Yavuz. Kadın onu terk etmemişti. Ama neden hala bu oda simsiyahtı? Neden çocuk oturduğu koltuğun onu içine çekip yutmaya çalıştığını hissediyordu? Gözlerini kapatıp telaşlı ayak seslerini dinledi. Ona yaklaşmaya başlamışlardı. O anda Yavuz'un cebinde telefonu titremeye başladı. Çocuk dikkatini seslerden toparlayıp telefonunu geniş cebinden çıkardı. Arayan Zeynep'ti. Burcu, eğilip çocuğun soğuktan buz kesmiş kulağına sıcak nefesini üfledi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gözyaşının İçi
ActionYaşamak! Çünkü kırılmak demek. Yetememek, Ama yetmek için sürekli çabalamak demek. Hayal kurmak, Ama aynı zamanda başaramamak demek. Kabullenmek demek; Çünkü sen böyle yaratıldın! Bir şeyi yapmak istediğinde ve yapamadığında, Bir mazeretin oluyor ar...